KAYNAKÇA

  • BAUVAL Robert, GILBERT Adrian, Tanrıların Evi Orion’da (Çev. Belkıs Çorakçı), Milliyet Yayınları, İstanbul, 1996
  • CANDAN Ergun, Antik Mısır Sırları, Sınır Ötesi Yayınları, İstanbul, 2005
  • COLLINS Andrew, Cennetin Tanrıları: Mısır’ın Kayıp Mirası ve Uygarlığın Doğuşu, (çev: Sema Kılıç) Avesta, 2003
  • Eski Mısır: Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999
  • FRAZER James G., Altın Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri (Çev. Mehmet H. Doğan) I.Cilt, Payel Yayınevi, İstanbul, 1991
  • FREEMAN Charles, Mısır, Grek ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, (Çev: Suat Kemal Angı) Dost Kitabevi, 2003
  • GÜNDÜZ Atalay, Mezopotamya ve Eski Mısır: Bilim, Teknoloji, Toplumsal Yapı ve Kültür, Büke Yayınları, İstanbul, 2003
  • HERODOTOS, Herodot Tarihi (Çev. Müntekim Ökmen), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1973
  • HORNUNG Erik, Mısır Tarihi, (çev: Zehra Aksu Yılmazer), Kabalcı Yayınları, 2004
  • HORNUNG Erik, Mısırbilime Giriş, (Çev: Zehra Aksu Yılmazer), Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2004
  • İNAN Afet, Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987
  • Mısır, Dost Kitabevi Yayınları, 2004
  • MUTLU Belkıs, Efsanelerin İzinde, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayınları, İstanbul, 1965
  • ÖZER Yusuf Ziya, Mısır Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987
  • PLONGEON Augustus Le, Mısırlıların Kökeni, (Çev: Rengin Ekiz) Ege Meta Yayınları, İzmir, 2001
  • SCOGNAMILLO Giovanni, Dünyamızın Gizli Sahipleri, Koza Yayınları, İstanbul, 1973
  • VERCOUTTER Jean, Mısır, (çev: Emine Çaykara) İletişim Yayınları, İstanbul, 2003
  • VERCOUTTER Jean, Unutulmuş Mısır’ın İzinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003

YEDİNCİ BÖLÜM: KEMET'İN BATI DÜŞÜNCESİNE ETKİLERİ

.
Donanması olmayan Kemetliler, deniz ticareti için Fenikeliler’e daha sonra da Giritliler’e bağımlıydılar. Bunlar, yazılarındaki hiyeroglif karakterden de anlaşılacağı gibi, Kemet Kültüründen yoğunlukla etkilendiler. M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren Grek Gemiciler’in klasik sınırları aştığını görmekteyiz. 8. yüzyıldan itibaren de sadece Doğu Akdenizde değil, o zamana kadar efsalerden bildikleri batı bölgelerine de gidiyorlar ve bütün Akdeniz bölgesine açılıyorlardı. Ulaştırma ve ticaret sistemlerinin gelişmesi sonucu Greklerin doğu uluslarıyla ve en çok da Fenikeliler’le sıkı ticaret ilişkilerinde bulunmaları, Grek kültürünün gelişmesinde büyük rol oynamıştı. Grekler 9. yüzyıldan itibaren Fenikeliler’den yazıyı öğrendiler ve alfabeyi aldılar. Ardından da Psammetik I döneminde Kemet'le kurdukları ticari ilişkileri sonucu papirüs’ü elde ettiler. Böylelikle Kemet bilim ve düşüncesi yavaş yavaş Greklerin ilgi odağı olmaya başladı. Kendilerinden daha köklü bir uygarlığa olan hayranlık, onları Kemet'a çeken en büyük unsur oldu. Daha sonraları da göreceğimiz gibi bir çok filozof Kemet'e gitti, orada yıllarını geçirdikten sonra geri döndü.
Max Weber, Kemet'le temasa girmeden, yani onlara ülkelerini açan Psammetik I’den önce Greklerde tam manasıyla Felsefe izine rastlanmadığına işaret eder. O, Kemet biliminin Greklere olan etkisini, Müslüman Araplar’ın Ortaçağ Hıristiyan düşüncesi üzerine yaptığı etkiye benzetir.
Grekler’de İlk felsefî-bilimsel çalışmaların Batı Anadolu'nun zengin ve müreffeh liman şehirleri olan Miletos, Ephesos, Theos ve Klazomenai ile Samos ve Kos adalarında başlaması rastlantı değildir. Bu şehirler hem karadan gelen kervan ve ticaret yollarının sonunda bulunmakta, hem de deniz ticaretinin merkezini oluşturmaktaydı. Bu temaslar ise sadece malların değiş-tokuş edilmesiyle kalmaz, aynı zamanda fikirler ve buluşlar da bir taraftan diğerine geçerdi.
Bu açıdan Grek filozofları’nın Kemet, Babil, İran ve hatta Hindistan'a yolculuklar yapmaları boşuna değildir. Kemet Rahipleri’nin Platon’a “Siz Grekler daha çocuksunuz” dediği düşünülürse, Greklerin doğuyla olan ilişkilerde dünyayı tanıma, bilme, dolayısıyla eski tasavvurlarından kuşku duyma, onları soruşturma ve yerlerine bu yeni bilgi ve birikimlerine uygun tasavvurlar oluşturma yönünde büyük bir atılım sağladıkları görülür.
Laertius Diogenes “Filozofların Hayatları” yapıtının önsözün-de, Kemetlilerde felsefenin çok eski oluşundan söz eder. Grek felsefesinin beşiği olan İyonya şehirlerinin temas halinde bulunduğu Mezopotamya ve Kemet Uygarlıklarından elde edilen bilgiler bugün, Thales'in orjinal bir Kozmogoni’nin mucidi olup olmadığı hakkında kuşku uyandırdı. Grek Bilimi’nin Thales, Anaximandros ve Pythagorascılar zamanında (Pythagoras 'da Kemet'te yirmi iki yıl kalarak Kemet felsefe ve din’ni incelemiştir) Kemet ve Mezopotamya'dan etkilendiği, bu etkilenmenin Demokritos ile Kos'lu Hipokrates zamanında devam ettiği ve orada kesintiye uğradıktan sonra Eudoksos'la tekrar başlayarak Hellenistik Çağ’da daha da belirginleştiği gözlemlenmiştir. M.Ö. 1. yüzyılda matematikte Hieron ve tıpta Dioskurides bu etkilerin devamını temsil eden başlıca ilim adamları olarak gösterilebilir. Sonraları 2. yüzyılda Mezopotamya astronomi ve matematiğinden etkilenen Pythala-mios ve Diofantos ayrıca anılmaya değer.
Greklerde daha henüz Antik Çağ’da felsefenin İyonya kökenine dair kuşkuları, içlerinde ünlü Yahudi filozofu Philon'un bulunduğu bir grup bilgin ortaya atmışlar ve felsefenin kökenini Kemet ve Babil'e kadar götürmüşlerdir. Bu görüşü daha sonra Yeni-Pythagorascı Numenius dile getirdi. O, Platon'un “Grekçe konuşan bir Musa” olup olmadığını sorar. İlk Hıristiyan düşünürlerden Clemens'le Eusebios da bu görüş tarzını savunurlar.
Brehier'in ayrıntılı olarak üzerinde durduğu gibi Rönesans Dönemi’nde bir çok düşünür de bu görüşe katılmıştır.
Leon Robin'in ilkçağ felsefe tarihine ayrılmış olan ve Fransızca olarak bu konuyla ilgili yazılmış en iyi kitaplardan birini teşkil eden “Grek Düşüncesi ve Bilimsel Düşüncenin Kaynakları” adlı ünlü yapıtının önsözünde benzeri bir görüşü savunmaktadır. O’na göre de Grek, doğudan ve özellikle Kemet ve Mezopotamyadan dinsel mitler, pratik bilgiler ve teknik usuller almıştır.

ALTICI BÖLÜM: KEMET'TE YAŞAM


1. NİL’İN ETKİSİ






Dünyanın en uzun nehri, 6.695 kilometrelik Nil güneyden kuzeye doğru akar ve üç ana kolu vardır: Beyaz Nil, Mavi Nil ve Atbera… Nehrin en uzaktaki kaynağı Burundi'deki Doğu Afrika Göller Bölgesi'ndeki Kagera Nehri olarak doğar ve Tanzanya, Ruanda ve Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria gölüne katılır. Asıl Nil Nehri bu gölden Victoria Nili olarak çıkar. Kyoga ve Albert Göllerinden geçtikten sonra Albert Nili olarak yoluna devam eder. Nimule'de Sudan'a giren nehrin ana kolu, Melekal yakınında Bahrü'l Gazal ve Sobat Nehirleriyle birleştikleri yere kadar Bahrü'l Cebel, Mavi Nil Nehri ile birleştiği yere kadar da Beyaz Nil Nehri olarak anılır. Mavi Nil Etiyopya'nın orta kesiminde doğar ve Beyaz Nil'e Hartum yakınlarında doğu kıyısından katılır. Asıl Nil son büyük kolu olan Atbera nehrini Hartum'un kuzaydoğusunda ve doğu kıyısından alır. Daha sonra kuzeybatıya doğru geniş bir S çizer. Bu arada üç çağlayanı aşarak Nasır Gölüne katılır. Bu gölü oluşturan Assuan Barajı'nın aşağısında Mısır içlerinde kuzeye doğru akar ve Kahire’den başlayıp Akdeniz’de biten delta ile son bulur.
Büyük Grek tarihçisi Herodotos Kemet’e yaptığı ziyaret sonrası “Kemet, Nil’in armağanıdır,” demişti. Mısırlılar onun bu sözlerine hala tamamıyla inanıyorlar. Her yılın sonunda, Nil nehrinin su yüksekliği hakkında iyi sözler duymak için sabırsızlanıyorlar.
Kemet’den bu yana bu toprağın insanları Nil nehrini yaşam, verimlilik ve gelişmeyle eş tutmuşlardır. Nil sanki Kemetlilerin damarlarında akardı; başarılarının kaynağı, büyük uygarlıklarının kuruluşunun ana nedeni oldu. Kemetliler Nil nehriyle kutsandılar ve bunun kıymetini hep bildiler. Suyu korumak için barajlar ve su kanalları yaptılar. Akh’naton, Aton’a baraj için uzun uzun dualar etti. Amunemhet III sulama kanal sistemini korumak için Fayyum şehrindeki El Lahun barajını yaptırdı. Ardından Madris gölünde bir ikinci baraj daha yapıldı.
Büyük Alexandros daha sonra hem İskenderiye (Alexandropolis) kanallarını hem Nil ile Kızıldeniz’i birleştiren Cisostris kanallarını genişletti.
Kemet’te toplumsal ve dinsel yaşam Nil kıyılarında, hem maddi hem de manevi olarak Nil’e paralel akıp giderdi. Tapınaklar hem Nil’e mümkün olduğu kadar yakındı, hem de mimari açıdan Nil’i taklit ediyordu.
Kentlerin çok önemli bir bölümü (Çöldeki Vahalarda yer alan birkaçı dışında hemen tümü) Nil kenarında birkaç yüz metre genişliğindeki yaşama alanlarıydı. Kemetliler Nil’i taşımacılıkta da balıkçılıkta da kullandılar. Ama onu istismar etmediler. Kutsal Nil’i temiz tutmak o dönem için bile önemli bir ödevdi ve bu kurala sıkı sıkıya uyulurdu. Yazıcılıkta, eğitimde ve devlet işlerinde kullanılan papirüsler Nil kıyısında yetişiyordu. Tarım için Nil’in periyodik taşma zamanlarına bel bağlamışlardı. Takvimleri de bu taşma dönemlerine göreydi ve yazıtlardan anlaşılan o ki, Nil o günlerde de şimdiki gibi, şairlere şiir yazdırıyor, müzisyenlere beste yaptırıyordu; o zaman da şimdiki gibi Nil kıyısında âşık olabiliyorlardı.

2. MÜZİK






Bir dönem Türkçe’de de yoğunlukla kullanıldığı gibi Kemet dilinde de “okumak” ve “şarkı söylemek” aynı şeydi; bu iki fiil için aynı sözcük kullanılırdı. Birçok Kemet edebiyat yapıtı, özellikle de ilahiler ve dualar müzikle söylenirdi. Elbette eğlence müziği olarak değerlendirilecek aşk şarkıları da vardı. Şenliklerde bu tür müziğin çalındığı kesindir. Kullanılan müzik aletleri arp, lir, ney, kaval ve tambur benzeri, pek de ilkel denemeyecek çalgılardı. Bu çalgıların birçok örneği mezarlarda kuru ortamda korundukları için günümüze kadar gelmiştir. Eski Kemet müziğinin yeniden oluşturulmasında şaşırtıcı bir başarı gösteren Curt Sachs ve Hans Hickmann, Berlin ve Kahire müzelerindeki çalgılar üzerine yayınlar yaptılar, bu çalgıları yeniden imal edip çalmayı başardılar. Sözlü ve sözsüz müzik, bugün de olduğu gibi ezgiyi el işaretleriyle yöneten şeflerle yapılıyordu; çok seslilik denemeleri bile vardı. Büyük tapınakların özel koro ve çalgı takımları vardı ve üst düzey memurların eşleri bile bu müzik gruplarında yer alırlardı. Kraliyet sarayında her dönemde profesyonel müzisyenler vardı ve bunlar hep saygın konumdaydılar. Öyle ki, Kemet’de sanatçıla-rın kişiliklerine tüm bir güzel sanatlar tarihinde olduğundan daha fazla yer verilir.

3. ÖLÇÜLER

Ölçüler yetişkin bir insanın bedenine göre belirlenmişti. Dirsekten parmak uçlarına kadar olan uzunluğa bir 'Kübit' denirdi. Bir kübit, her biri dört “parmak” genişliğinde yedi “el”e bölünmüştü.

4. TAKVİM, SAAT, ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ

Carlberg Papirüsü’nün bazı kısımlarından elde edilen bilgilere göre, Mitolojik ve dini altyapısı olan Astronomi, metodik ve uzun sürelere gözlem yapmaya dayanıyordu. 365 günlük, 12 aylık Yıl, 7 günlük Hafta (günler 7 Gezegene göre isimlendirilmişti), 12 saati aydınlık, 12 saati karanlık gün, Klasik Grek kültürüne geçen unsurlar olmuştur. Burçlar Kuşağı kavramı, evrenin küreselliği, özellikle güneş ve ayın, dünyanın daire biçiminde yassı ve okyanusla çevrili olduğu, yıldızların ateş etkisiyle oluşmuş tabiat olduğu, tutulmaların (eklips) izahı, ilmek hipotezi (Güneş’in rotasını, Ay'ın, Merkür'ün, Venüs'ün ve Satürn'ün rotasını doğrulamak amaçlı) üzerlerinde yeni araştırmak yapılmak üzere Grek'e taşınmıştı. Bunlara Fizik’teki dört Unsur Teorisi’ni ve suyun Temel Eleman olduğu inancını da ekleyebiliriz.
Mısırlılar’da iki takvim göze çarpmaktadır. Bunlardan biri dini takvim olmakla birlikte, diğeri Tarım Takvimi’dir. Bu takvim, güneş rasatlarına göre değil, ay periyodlarına göre, yani Nil'in taşmalarına göre ayarlanmıştır. “Sopdet” adlı bir yıldıza göre oluşturulan bu takvim, Sopdet'in ufuk çizgisinde her yıl aynı zamanda kaybolduğunu ve bundan yetmiş gün sonra tam gün doğumundan hemen önce yeniden ortaya çıktığını fark etmişlerdi. Bu da Nil sularının yükseldiği yıllık su baskınlarının başladığı sırada gerçekleşmişti. Bu tarihi, yılbaşı kabul ettiler. Bir başka takvimse, ay dönümüne göre oluşturulmuştu. Helenistik Çağ Grek Astronomları da, bu takvimi kullanmış-lardır. Romalılar, Kemet’i işgal ettiklerinde bundan o kadar çok etkilenmişler ki hemen benimsemişlerdi. Julius Caesar döneminden 1582 ye kadar, Avrupa’da kullanılan takvim ve günümüz Gregoryan takvimi de Kemet’e dayanmaktadır.
Bunların dışında, Kemet’te Astroloji’nin değil, Astrolatri’nin var olduğu söylenmelidir. Astrolatri, gök cisimlerini Tanrılar olarak kabul etme inancına dayanır. Değişkenleri hesaplamakla birlikte, bunlar arasında bir değişmezliğin olduğunu, zamanını da döngüsel olarak kabul etmişlerdi. Bu “Mitolojik Zamanlar’ın tekrar etmesi” demekti.
Kemetliler da bir günü 24 saate bölmüşlerdi. Zamanı su saatleri kullanarak ölçerlerdi. Su saatleri, iç yanlarına saatleri belirten işaretlerin konulduğu kaplardı. İçleri suyla doluydu ve dip taraflarında açılmış ufak bir oluk vardı. Su dışarı akıp boşaldıkça ortaya çıkan, saatleri gösteren numaralar zamanı bildirirdi.

5. GİYİM VE SÜSLENME


Kemetlilerın çoğu yoksuldu ve yoksullar, biraz da sıcaktan dolayı giyimlerine pek aldırış etmezlerdi. Oysa varlıklı insanlar için görünüşü kurtarmak ve güzel giysiler giymek önemliydi. Yine de, bugünkünün tersine, moda, yaklaşık bin yıl kadar aynı kaldı. Çocukların başı uzun bir örgü arkada kalacak şekilde tıraş edilirdi. Bir kadının başlıca giyeceği, iki askılı keten bir giysiydi. Erkekler keten etek giyerlerdi. Yaşlı erkekler ise daha uzun etek giyerlerdi. Kimi erkekler başlarını traş edip peruk takarlardı. Sandalet ve eldivenler çok özel durumlarda giyilirdi.
Kemet’de herkes takı takardı. Varlıklılar, yarı değerli taş ve cam kakmalı, altın ve gümüşten yapılmış parçalar takardı. Daha yoksul kişiler bakır ve çini benzeri bir çeşit cilalanmış seramikten yapılan takıları kullanırlardı.
Çoğu erkek ve kadınlar yüzlerini boyarlardı. Dudak ve göz boyaları, öğütülerek toz haline getirilmiş madensel tuzlardan yapılırdı. Bu toz kaplara doldurulup yağ ya da suyla karıştırılırdı.

6. EĞLENCE VE SPOR



Resimler ve mezarlarda bulunan nesneler bize, Kemetlilerın eğlenmek için neler yaptıklarını gösterir. Tapınaklarda, konusu tanrılarla ilgili oyunlar oynanırdı. Dinsel şenlikler ve geçit törenleri de açık havalarda eğlenmenin yollarından biriydi. Varlıklı Kemetliler zengin eğlenceler düzenlerlerdi. Şarkıcı, dansçı, müzisyen, hokkabaz ve cambaz grupları tutulurdu.
Nil önemli bir spor ve eğlence kaynağıydı. Birçok Kemetli, gününü avlanarak, balık Tutarak, yüzerek ve nehrin kıyılarında piknik yaparak geçirirlerdi. Zıpkınla balık avlarlardı. Suaygırı avı çok tehlikeliydi. Bir tane avlayabilmek için birçok silahlı adam bir araya gelir ve suaygırı avı partisi düzenlerlerdi.
Kemetlilerın, başta Senet olmak üzere, fiş ve tahta çivilerle oynanan çeşitli oyun tahtaları vardı. Günümüze ulaşmış hiç bir oyun kuralı yoktur. Dolayısıyla bu oyunların nasıl oynandığı bilinmemektedir. Çocuklar, fırıldak, oyuncak bebekler ve tekerlekli tahtadan hayvanlarla oynarlardı.
Kemetliler, hayvan sever insanlardı ve aralarında kedilerin köpeklerin, maymunların ve kazların bulunduğu çeşitli evcil hayvanlar beslerlerdi. Kimi zaman bir köpeğin tasması, köpeğin sahibi ile beraber gömülürdü. Bazı firavunların, değişik hayvanları topladıkları ve hatta kendilerine ait hayvanat bahçeleri bile kurdurdukları sanılır.

7. DENİZCİLİK VE TİCARET

Eski Kemet’de halkın büyük bir bölümü Nil’e yakın yaşadığından, en iyi yolculuk araçları teknelerdi. Nil nehri, güneyden kuzeye doğru akar fakat rüzgâr çoğunlukla kuzeyden eser. Bu da teknelerin akıntıyla beraber kuzey yönüne sürüklenebileceği, buna karşılık, eğer yelkenlerini açarlarsa, rüzgârın onları akıntının tersine itebileceği anlamına gelir.
Kazılarda, Eski Krallık döneminden kalma balıkçı tekneleri, Hanedanlar öncesi dönemden kalma saz tekne, ağır yükleri taşımada kullanılan mavnalar, Cenaze tekneleri ve Kraliyet tekneleri bulunmuş, papirüslerde ve duvar resimlerinde bu teknelerin nasıl kullanıldığına ilişkin ayrıntılı bilgilere rastlanmıştır. Kemetli tüccarlar, deniz yoluyla Doğu Akdeniz`deki limanlara ve Kızıldeniz’e giderlerdi. Doğu Afrika'daki Punt'a ulaşanları olmuştur. Oralara, tütsü yapmakta kullanılan çok değerli sakız ağaçlarını aramaya giderlerdi.
Tekne ile ulaşım sağlayamazlarsa, insanların çoğu yürümek zorunda kalırdı. Çok varlıklılar, özel iskemlelerle taşınırlardı. Satıcılar mallarını taşımak için eşek kullanırlardı. At Eski Krallık döneminden itibaren sadece savaş arabalarını çekmek için kullanılan bir hayvandı, Arabistan yarımadasının tipik yük hayvanı deve Kemet’e çok geç bir dönemde girdi.

8. TIP



Kom Ombo'daki tapınak aynı zamanda çok önemli bir hastaneydi. Alttaki resimde tapınak duvarlarına işlenmiş ilaç tarifleri ve tedavi usulleri görülüyor.

Kemet’de büyük olasılıkla, uzman tıp okulları vardı; çünkü Kemetli doktorlar ustalıklarıyla ünlüydüler. Kimi yabancı krallıklarda eğitim vermek üzere diğer ülkelere giderlerdi. Kemetli doktorlar bedenin işleyişinden oldukça iyi anlarlardı. Sinir sistemi ve beyinle ilgili bilgileri vardı. Aynı zamanda kalbin bir pompa gibi çalıştığını biliyorlardı.
Ramasseum, Chester Beatty, Berlin, Londra, Karlsberg Papirüsleri bize Mısır'da göz hastalıkları, kemik veremi, çocuk felci, çiçek, anemi, romatizma, apandist, mide, karın hastalıkları, bacaklarda varis, ülser ve çıbanlar, sara nöbetleri, diş çürümeleri, kırık, çıkık, tümör ve omurga zedelenmesi gibi hastalıkların tanındığını, kırk sekiz çeşit yaranın tesbit edildiğini söyler. Bunlar üzerine Kemet'te yoğun araştırmalar vardır. Kemet Tıbbını üç esas üzerinde incelemek mümkündür.
1. İnsan bedeni ve işlevleri üzerine bilinenler
2. Hastalıkların çeşitleri ve tedavileri
3. Hastalıklardan korunma çareleri
Bu konulardaki bilgiler, Kemet tıbbı için adeta bir zaferdir. Kemet’te tıbbı geliştirenler rahipler olmuştur. Çünkü, tanrılardan sağlık dileyen hastalar, tapınaklarda rahiplerin tedavisine muhtaç olmuşlardı. Onun için bu iyileştirme işlerinde ilk kullanılan usuller daima büyünün izlerini taşır. Sonraları sadece Hekimliği meslek edinenler olmuş ve bunlar saraylarda önemli yer işgal etmişlerdir. Bütün klasik araştırmaların ortak görüşüne göre, Kemet’te Hekimler Sınıfı, gerek devlet işlerinde, gerekse toplumsal hiyerarşide gayet esaslı olarak yerlerini almışlardır. Bu da Kemette tıbbın ne derece önemsendiğine bir delildir.
MÖ 5. yüzyılda Grek hekimi Hipokrates Kemet Tıbbı’ndan oldukça yararlandığını ifade eder. Herodotos Kemet’te her hastalığın ayrı bir hekimi olduğunu kaydetmektedir.
1898 yılında Sir Flinder Petrie adlı bilim adamının ortaya çıkarttığı Kahun Papirüsü ile 1862 yılında bulunan Smith Papirüsü ve 1873 yılında bulunan Ebers Papirüsü’nde idrar yolu hastalıkları, varisler, gebelik ve gebelik testleriyle ilgili bilgiler yer alıyor. Müzelerde sergilenen papirüslerde yer alan bilgilere göre, hamilelik şüphesi olan bir kadın her gün sabah idrarıyla biri buğday, diğeri arpa dolu iki torbayı sularmış. Hamilelik şüphesi olmayan bir başka kadın da yine ayrı ayrı buğday ve arpa torbalarını idrarıyla sularmış. Hamilelik şüphesi olan kadının idrarla suladığı buğday ve arpa dolu torbalar, diğer kadının suladığı torbalardan daha önce çimlenirse, hamile olduğu anlaşılırmış. İki kadının suladığı buğday ve arpalar aynı anda çimlenirse hamilelik olmadığı ortaya çıkarmış. Hamile olan kadınların sabah idrarlarında aşırı miktarda hormon bulunduğu için, buğday ve arpa torbaları diğer normal idrarlarla sulananlardan çok daha önce yeşerirmiş. Günümüzde meyve ve sebzenin daha erken sürede yetiştirilmesi için hormon kullanılması da aynı yöntemin bir benzeridir.
Kemetlilerın kullandığı yöntemde, doğacak bebeğin cinsiyeti de önceden tesbit edilebiliyordu. Hamile kadının idrarıyla sulanan tohumlardan, buğday taneleri daha önce filizlenirse bebeğin erkek, arpa taneleri daha önce filizlenirse bebeğin kız olacağı anlaşılıyordu. Prof. Julias Manger, 1933 yılında laboratuarda kutuların içerisinde kurutma kâğıtları üzerine yerleştirdiği buğday ve arpa tanelerini, idrarla sulayıp, Kemetlilerın kullandığı gebelik ve cinsiyet belirleme yönteminin doğruluğunu ispat etmiştir. Günümüzde kullanılan gebelik testleri de, kadının idrarındaki hormon sayısının yoğunluğuna göre sonuç verir ve aynı esaslara göre uygulanır.
Kemetliler, kadında kısırlığın tespiti için rahim ağzına akşam yatarken sarımsak veya soğan yerleştirirlerdi. Sabah kadın uyandığında genzinde sarımsak veya soğan kokusu duyarsa tüplerinin açık olduğu ve gebe kalmasına bir engelin olmadığı anlaşılırdı. Koku duyulmazsa kadının tüplerinin kapalı olduğu, bu nedenle hamile kalamayacağı söylenirdi. Ayrıca kadının rahminin içerisine paslanmayan metallerden olan altın veya gümüş yüzük konularak gebelik önlenirdi. Sonraki dönemde Arap kervancılar da bu yöntemi öğrenip, uzun çöl seyahatlerinde dişi develerin gebe kalmalarını önlemek için rahimlerinin içerisine temizlenmiş çakıl taşı doldururlarmış.

9. ORDU VE ASKERLİK

Kemet’de, Güney ve Kuzey arasında geçen kısa süreli gerilimler sayılmazsa, Eski ve Orta Krallık dönemlerinin genellikle barış içinde geçtiği söylenebilir. Komşularını tehdit etmeyen ve komşularının tehditlerinden de uzak kalan Kemet’in ordusu bu dönemde kralın korumaları ve paralı askerlerden kurulu küçük çaplı bir güçten oluşuyordu. İnsanlar acil durumlarda orduya çağrılırlardı ancak çoğunun askeri eğitimi eksikti.
Yeni Krallık döneminin başlamasıyla birlikte ortaya çıkan devlet sınırlarının genişletilmesi eğilimi ve artan dış tehditler ordunun güçlendirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Savaş arabalarından oluşan birlikler çoğaltıldı. Gönüllü askerler toplanıp eğitildi ve ordu genişletildi. Ordu her biri 4000 piyade ve 1000 savaş arabasından oluşan tümenlere ayrılmıştı. Tümenler, her biri 200 piyadeden oluşan 20 bölükten oluşuyordu. Bölüklerse, kışlanın aynı koğuşunu paylaşan 10'ar kişilik mangalara bölünmüştü. Her bir bölüğe 25 tane çift kişilik savaş arabası bağlıydı. Savaş arabaları bir sürücü ve bir savaşçı taşırdı. Ok ve mızrak kullanmakta usta olan bu asker-ler, gerek donanımları, gerekse sahip oldukları yetenek ve eğitimlerinden dolayı, ordunun en seçkin topluluğunu oluştururlardı. Savaşta en büyük görev onlara düşerdi. Yarma ve çevirme harekâtını hep onlar yaparlar, düşmana ilk darbeyi onlar indirirlerdi.
Kemet askerleri savaş baltası, gürz, mızrak, kılıç, hançer, yay ve ok gibi birçok silah türüyle savaşabilir durumda olmalıydı. Bununla beraber her birlik belli bir silahın kulanımında uzmanlaşmaya yönelebilirdi. Genç askerlere, uzun yürüyüşlerin de yapıldığı, zorlu bir eğitim verilirdi.
Yeni Krallık ordularının, dış tehditlere gözdağı vermek kadar, bir imparatorluk kurma amacıyla da oluşturulduğunu belirtmiştik. Dış seferleri çoğunlukla firavun yönetirdi. Kemet İmparatorluğunun en parlak döneminde, sınırlar Suriye’den Nil'in Dördüncü çağlayanına kadar genişlemişti. Kemetliler, imparatorluğun yayıldığı geniş sınırlar içinde ticaret yaparak ve sömürgelerden topladıkları vergilerle zenginleşmişlerdi.