KAYNAKÇA

  • BAUVAL Robert, GILBERT Adrian, Tanrıların Evi Orion’da (Çev. Belkıs Çorakçı), Milliyet Yayınları, İstanbul, 1996
  • CANDAN Ergun, Antik Mısır Sırları, Sınır Ötesi Yayınları, İstanbul, 2005
  • COLLINS Andrew, Cennetin Tanrıları: Mısır’ın Kayıp Mirası ve Uygarlığın Doğuşu, (çev: Sema Kılıç) Avesta, 2003
  • Eski Mısır: Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999
  • FRAZER James G., Altın Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri (Çev. Mehmet H. Doğan) I.Cilt, Payel Yayınevi, İstanbul, 1991
  • FREEMAN Charles, Mısır, Grek ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, (Çev: Suat Kemal Angı) Dost Kitabevi, 2003
  • GÜNDÜZ Atalay, Mezopotamya ve Eski Mısır: Bilim, Teknoloji, Toplumsal Yapı ve Kültür, Büke Yayınları, İstanbul, 2003
  • HERODOTOS, Herodot Tarihi (Çev. Müntekim Ökmen), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1973
  • HORNUNG Erik, Mısır Tarihi, (çev: Zehra Aksu Yılmazer), Kabalcı Yayınları, 2004
  • HORNUNG Erik, Mısırbilime Giriş, (Çev: Zehra Aksu Yılmazer), Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2004
  • İNAN Afet, Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987
  • Mısır, Dost Kitabevi Yayınları, 2004
  • MUTLU Belkıs, Efsanelerin İzinde, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayınları, İstanbul, 1965
  • ÖZER Yusuf Ziya, Mısır Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987
  • PLONGEON Augustus Le, Mısırlıların Kökeni, (Çev: Rengin Ekiz) Ege Meta Yayınları, İzmir, 2001
  • SCOGNAMILLO Giovanni, Dünyamızın Gizli Sahipleri, Koza Yayınları, İstanbul, 1973
  • VERCOUTTER Jean, Mısır, (çev: Emine Çaykara) İletişim Yayınları, İstanbul, 2003
  • VERCOUTTER Jean, Unutulmuş Mısır’ın İzinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003

YEDİNCİ BÖLÜM: KEMET'İN BATI DÜŞÜNCESİNE ETKİLERİ

.
Donanması olmayan Kemetliler, deniz ticareti için Fenikeliler’e daha sonra da Giritliler’e bağımlıydılar. Bunlar, yazılarındaki hiyeroglif karakterden de anlaşılacağı gibi, Kemet Kültüründen yoğunlukla etkilendiler. M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren Grek Gemiciler’in klasik sınırları aştığını görmekteyiz. 8. yüzyıldan itibaren de sadece Doğu Akdenizde değil, o zamana kadar efsalerden bildikleri batı bölgelerine de gidiyorlar ve bütün Akdeniz bölgesine açılıyorlardı. Ulaştırma ve ticaret sistemlerinin gelişmesi sonucu Greklerin doğu uluslarıyla ve en çok da Fenikeliler’le sıkı ticaret ilişkilerinde bulunmaları, Grek kültürünün gelişmesinde büyük rol oynamıştı. Grekler 9. yüzyıldan itibaren Fenikeliler’den yazıyı öğrendiler ve alfabeyi aldılar. Ardından da Psammetik I döneminde Kemet'le kurdukları ticari ilişkileri sonucu papirüs’ü elde ettiler. Böylelikle Kemet bilim ve düşüncesi yavaş yavaş Greklerin ilgi odağı olmaya başladı. Kendilerinden daha köklü bir uygarlığa olan hayranlık, onları Kemet'a çeken en büyük unsur oldu. Daha sonraları da göreceğimiz gibi bir çok filozof Kemet'e gitti, orada yıllarını geçirdikten sonra geri döndü.
Max Weber, Kemet'le temasa girmeden, yani onlara ülkelerini açan Psammetik I’den önce Greklerde tam manasıyla Felsefe izine rastlanmadığına işaret eder. O, Kemet biliminin Greklere olan etkisini, Müslüman Araplar’ın Ortaçağ Hıristiyan düşüncesi üzerine yaptığı etkiye benzetir.
Grekler’de İlk felsefî-bilimsel çalışmaların Batı Anadolu'nun zengin ve müreffeh liman şehirleri olan Miletos, Ephesos, Theos ve Klazomenai ile Samos ve Kos adalarında başlaması rastlantı değildir. Bu şehirler hem karadan gelen kervan ve ticaret yollarının sonunda bulunmakta, hem de deniz ticaretinin merkezini oluşturmaktaydı. Bu temaslar ise sadece malların değiş-tokuş edilmesiyle kalmaz, aynı zamanda fikirler ve buluşlar da bir taraftan diğerine geçerdi.
Bu açıdan Grek filozofları’nın Kemet, Babil, İran ve hatta Hindistan'a yolculuklar yapmaları boşuna değildir. Kemet Rahipleri’nin Platon’a “Siz Grekler daha çocuksunuz” dediği düşünülürse, Greklerin doğuyla olan ilişkilerde dünyayı tanıma, bilme, dolayısıyla eski tasavvurlarından kuşku duyma, onları soruşturma ve yerlerine bu yeni bilgi ve birikimlerine uygun tasavvurlar oluşturma yönünde büyük bir atılım sağladıkları görülür.
Laertius Diogenes “Filozofların Hayatları” yapıtının önsözün-de, Kemetlilerde felsefenin çok eski oluşundan söz eder. Grek felsefesinin beşiği olan İyonya şehirlerinin temas halinde bulunduğu Mezopotamya ve Kemet Uygarlıklarından elde edilen bilgiler bugün, Thales'in orjinal bir Kozmogoni’nin mucidi olup olmadığı hakkında kuşku uyandırdı. Grek Bilimi’nin Thales, Anaximandros ve Pythagorascılar zamanında (Pythagoras 'da Kemet'te yirmi iki yıl kalarak Kemet felsefe ve din’ni incelemiştir) Kemet ve Mezopotamya'dan etkilendiği, bu etkilenmenin Demokritos ile Kos'lu Hipokrates zamanında devam ettiği ve orada kesintiye uğradıktan sonra Eudoksos'la tekrar başlayarak Hellenistik Çağ’da daha da belirginleştiği gözlemlenmiştir. M.Ö. 1. yüzyılda matematikte Hieron ve tıpta Dioskurides bu etkilerin devamını temsil eden başlıca ilim adamları olarak gösterilebilir. Sonraları 2. yüzyılda Mezopotamya astronomi ve matematiğinden etkilenen Pythala-mios ve Diofantos ayrıca anılmaya değer.
Greklerde daha henüz Antik Çağ’da felsefenin İyonya kökenine dair kuşkuları, içlerinde ünlü Yahudi filozofu Philon'un bulunduğu bir grup bilgin ortaya atmışlar ve felsefenin kökenini Kemet ve Babil'e kadar götürmüşlerdir. Bu görüşü daha sonra Yeni-Pythagorascı Numenius dile getirdi. O, Platon'un “Grekçe konuşan bir Musa” olup olmadığını sorar. İlk Hıristiyan düşünürlerden Clemens'le Eusebios da bu görüş tarzını savunurlar.
Brehier'in ayrıntılı olarak üzerinde durduğu gibi Rönesans Dönemi’nde bir çok düşünür de bu görüşe katılmıştır.
Leon Robin'in ilkçağ felsefe tarihine ayrılmış olan ve Fransızca olarak bu konuyla ilgili yazılmış en iyi kitaplardan birini teşkil eden “Grek Düşüncesi ve Bilimsel Düşüncenin Kaynakları” adlı ünlü yapıtının önsözünde benzeri bir görüşü savunmaktadır. O’na göre de Grek, doğudan ve özellikle Kemet ve Mezopotamyadan dinsel mitler, pratik bilgiler ve teknik usuller almıştır.

ALTICI BÖLÜM: KEMET'TE YAŞAM


1. NİL’İN ETKİSİ






Dünyanın en uzun nehri, 6.695 kilometrelik Nil güneyden kuzeye doğru akar ve üç ana kolu vardır: Beyaz Nil, Mavi Nil ve Atbera… Nehrin en uzaktaki kaynağı Burundi'deki Doğu Afrika Göller Bölgesi'ndeki Kagera Nehri olarak doğar ve Tanzanya, Ruanda ve Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria gölüne katılır. Asıl Nil Nehri bu gölden Victoria Nili olarak çıkar. Kyoga ve Albert Göllerinden geçtikten sonra Albert Nili olarak yoluna devam eder. Nimule'de Sudan'a giren nehrin ana kolu, Melekal yakınında Bahrü'l Gazal ve Sobat Nehirleriyle birleştikleri yere kadar Bahrü'l Cebel, Mavi Nil Nehri ile birleştiği yere kadar da Beyaz Nil Nehri olarak anılır. Mavi Nil Etiyopya'nın orta kesiminde doğar ve Beyaz Nil'e Hartum yakınlarında doğu kıyısından katılır. Asıl Nil son büyük kolu olan Atbera nehrini Hartum'un kuzaydoğusunda ve doğu kıyısından alır. Daha sonra kuzeybatıya doğru geniş bir S çizer. Bu arada üç çağlayanı aşarak Nasır Gölüne katılır. Bu gölü oluşturan Assuan Barajı'nın aşağısında Mısır içlerinde kuzeye doğru akar ve Kahire’den başlayıp Akdeniz’de biten delta ile son bulur.
Büyük Grek tarihçisi Herodotos Kemet’e yaptığı ziyaret sonrası “Kemet, Nil’in armağanıdır,” demişti. Mısırlılar onun bu sözlerine hala tamamıyla inanıyorlar. Her yılın sonunda, Nil nehrinin su yüksekliği hakkında iyi sözler duymak için sabırsızlanıyorlar.
Kemet’den bu yana bu toprağın insanları Nil nehrini yaşam, verimlilik ve gelişmeyle eş tutmuşlardır. Nil sanki Kemetlilerin damarlarında akardı; başarılarının kaynağı, büyük uygarlıklarının kuruluşunun ana nedeni oldu. Kemetliler Nil nehriyle kutsandılar ve bunun kıymetini hep bildiler. Suyu korumak için barajlar ve su kanalları yaptılar. Akh’naton, Aton’a baraj için uzun uzun dualar etti. Amunemhet III sulama kanal sistemini korumak için Fayyum şehrindeki El Lahun barajını yaptırdı. Ardından Madris gölünde bir ikinci baraj daha yapıldı.
Büyük Alexandros daha sonra hem İskenderiye (Alexandropolis) kanallarını hem Nil ile Kızıldeniz’i birleştiren Cisostris kanallarını genişletti.
Kemet’te toplumsal ve dinsel yaşam Nil kıyılarında, hem maddi hem de manevi olarak Nil’e paralel akıp giderdi. Tapınaklar hem Nil’e mümkün olduğu kadar yakındı, hem de mimari açıdan Nil’i taklit ediyordu.
Kentlerin çok önemli bir bölümü (Çöldeki Vahalarda yer alan birkaçı dışında hemen tümü) Nil kenarında birkaç yüz metre genişliğindeki yaşama alanlarıydı. Kemetliler Nil’i taşımacılıkta da balıkçılıkta da kullandılar. Ama onu istismar etmediler. Kutsal Nil’i temiz tutmak o dönem için bile önemli bir ödevdi ve bu kurala sıkı sıkıya uyulurdu. Yazıcılıkta, eğitimde ve devlet işlerinde kullanılan papirüsler Nil kıyısında yetişiyordu. Tarım için Nil’in periyodik taşma zamanlarına bel bağlamışlardı. Takvimleri de bu taşma dönemlerine göreydi ve yazıtlardan anlaşılan o ki, Nil o günlerde de şimdiki gibi, şairlere şiir yazdırıyor, müzisyenlere beste yaptırıyordu; o zaman da şimdiki gibi Nil kıyısında âşık olabiliyorlardı.

2. MÜZİK






Bir dönem Türkçe’de de yoğunlukla kullanıldığı gibi Kemet dilinde de “okumak” ve “şarkı söylemek” aynı şeydi; bu iki fiil için aynı sözcük kullanılırdı. Birçok Kemet edebiyat yapıtı, özellikle de ilahiler ve dualar müzikle söylenirdi. Elbette eğlence müziği olarak değerlendirilecek aşk şarkıları da vardı. Şenliklerde bu tür müziğin çalındığı kesindir. Kullanılan müzik aletleri arp, lir, ney, kaval ve tambur benzeri, pek de ilkel denemeyecek çalgılardı. Bu çalgıların birçok örneği mezarlarda kuru ortamda korundukları için günümüze kadar gelmiştir. Eski Kemet müziğinin yeniden oluşturulmasında şaşırtıcı bir başarı gösteren Curt Sachs ve Hans Hickmann, Berlin ve Kahire müzelerindeki çalgılar üzerine yayınlar yaptılar, bu çalgıları yeniden imal edip çalmayı başardılar. Sözlü ve sözsüz müzik, bugün de olduğu gibi ezgiyi el işaretleriyle yöneten şeflerle yapılıyordu; çok seslilik denemeleri bile vardı. Büyük tapınakların özel koro ve çalgı takımları vardı ve üst düzey memurların eşleri bile bu müzik gruplarında yer alırlardı. Kraliyet sarayında her dönemde profesyonel müzisyenler vardı ve bunlar hep saygın konumdaydılar. Öyle ki, Kemet’de sanatçıla-rın kişiliklerine tüm bir güzel sanatlar tarihinde olduğundan daha fazla yer verilir.

3. ÖLÇÜLER

Ölçüler yetişkin bir insanın bedenine göre belirlenmişti. Dirsekten parmak uçlarına kadar olan uzunluğa bir 'Kübit' denirdi. Bir kübit, her biri dört “parmak” genişliğinde yedi “el”e bölünmüştü.

4. TAKVİM, SAAT, ASTRONOMİ VE ASTROLOJİ

Carlberg Papirüsü’nün bazı kısımlarından elde edilen bilgilere göre, Mitolojik ve dini altyapısı olan Astronomi, metodik ve uzun sürelere gözlem yapmaya dayanıyordu. 365 günlük, 12 aylık Yıl, 7 günlük Hafta (günler 7 Gezegene göre isimlendirilmişti), 12 saati aydınlık, 12 saati karanlık gün, Klasik Grek kültürüne geçen unsurlar olmuştur. Burçlar Kuşağı kavramı, evrenin küreselliği, özellikle güneş ve ayın, dünyanın daire biçiminde yassı ve okyanusla çevrili olduğu, yıldızların ateş etkisiyle oluşmuş tabiat olduğu, tutulmaların (eklips) izahı, ilmek hipotezi (Güneş’in rotasını, Ay'ın, Merkür'ün, Venüs'ün ve Satürn'ün rotasını doğrulamak amaçlı) üzerlerinde yeni araştırmak yapılmak üzere Grek'e taşınmıştı. Bunlara Fizik’teki dört Unsur Teorisi’ni ve suyun Temel Eleman olduğu inancını da ekleyebiliriz.
Mısırlılar’da iki takvim göze çarpmaktadır. Bunlardan biri dini takvim olmakla birlikte, diğeri Tarım Takvimi’dir. Bu takvim, güneş rasatlarına göre değil, ay periyodlarına göre, yani Nil'in taşmalarına göre ayarlanmıştır. “Sopdet” adlı bir yıldıza göre oluşturulan bu takvim, Sopdet'in ufuk çizgisinde her yıl aynı zamanda kaybolduğunu ve bundan yetmiş gün sonra tam gün doğumundan hemen önce yeniden ortaya çıktığını fark etmişlerdi. Bu da Nil sularının yükseldiği yıllık su baskınlarının başladığı sırada gerçekleşmişti. Bu tarihi, yılbaşı kabul ettiler. Bir başka takvimse, ay dönümüne göre oluşturulmuştu. Helenistik Çağ Grek Astronomları da, bu takvimi kullanmış-lardır. Romalılar, Kemet’i işgal ettiklerinde bundan o kadar çok etkilenmişler ki hemen benimsemişlerdi. Julius Caesar döneminden 1582 ye kadar, Avrupa’da kullanılan takvim ve günümüz Gregoryan takvimi de Kemet’e dayanmaktadır.
Bunların dışında, Kemet’te Astroloji’nin değil, Astrolatri’nin var olduğu söylenmelidir. Astrolatri, gök cisimlerini Tanrılar olarak kabul etme inancına dayanır. Değişkenleri hesaplamakla birlikte, bunlar arasında bir değişmezliğin olduğunu, zamanını da döngüsel olarak kabul etmişlerdi. Bu “Mitolojik Zamanlar’ın tekrar etmesi” demekti.
Kemetliler da bir günü 24 saate bölmüşlerdi. Zamanı su saatleri kullanarak ölçerlerdi. Su saatleri, iç yanlarına saatleri belirten işaretlerin konulduğu kaplardı. İçleri suyla doluydu ve dip taraflarında açılmış ufak bir oluk vardı. Su dışarı akıp boşaldıkça ortaya çıkan, saatleri gösteren numaralar zamanı bildirirdi.

5. GİYİM VE SÜSLENME


Kemetlilerın çoğu yoksuldu ve yoksullar, biraz da sıcaktan dolayı giyimlerine pek aldırış etmezlerdi. Oysa varlıklı insanlar için görünüşü kurtarmak ve güzel giysiler giymek önemliydi. Yine de, bugünkünün tersine, moda, yaklaşık bin yıl kadar aynı kaldı. Çocukların başı uzun bir örgü arkada kalacak şekilde tıraş edilirdi. Bir kadının başlıca giyeceği, iki askılı keten bir giysiydi. Erkekler keten etek giyerlerdi. Yaşlı erkekler ise daha uzun etek giyerlerdi. Kimi erkekler başlarını traş edip peruk takarlardı. Sandalet ve eldivenler çok özel durumlarda giyilirdi.
Kemet’de herkes takı takardı. Varlıklılar, yarı değerli taş ve cam kakmalı, altın ve gümüşten yapılmış parçalar takardı. Daha yoksul kişiler bakır ve çini benzeri bir çeşit cilalanmış seramikten yapılan takıları kullanırlardı.
Çoğu erkek ve kadınlar yüzlerini boyarlardı. Dudak ve göz boyaları, öğütülerek toz haline getirilmiş madensel tuzlardan yapılırdı. Bu toz kaplara doldurulup yağ ya da suyla karıştırılırdı.

6. EĞLENCE VE SPOR



Resimler ve mezarlarda bulunan nesneler bize, Kemetlilerın eğlenmek için neler yaptıklarını gösterir. Tapınaklarda, konusu tanrılarla ilgili oyunlar oynanırdı. Dinsel şenlikler ve geçit törenleri de açık havalarda eğlenmenin yollarından biriydi. Varlıklı Kemetliler zengin eğlenceler düzenlerlerdi. Şarkıcı, dansçı, müzisyen, hokkabaz ve cambaz grupları tutulurdu.
Nil önemli bir spor ve eğlence kaynağıydı. Birçok Kemetli, gününü avlanarak, balık Tutarak, yüzerek ve nehrin kıyılarında piknik yaparak geçirirlerdi. Zıpkınla balık avlarlardı. Suaygırı avı çok tehlikeliydi. Bir tane avlayabilmek için birçok silahlı adam bir araya gelir ve suaygırı avı partisi düzenlerlerdi.
Kemetlilerın, başta Senet olmak üzere, fiş ve tahta çivilerle oynanan çeşitli oyun tahtaları vardı. Günümüze ulaşmış hiç bir oyun kuralı yoktur. Dolayısıyla bu oyunların nasıl oynandığı bilinmemektedir. Çocuklar, fırıldak, oyuncak bebekler ve tekerlekli tahtadan hayvanlarla oynarlardı.
Kemetliler, hayvan sever insanlardı ve aralarında kedilerin köpeklerin, maymunların ve kazların bulunduğu çeşitli evcil hayvanlar beslerlerdi. Kimi zaman bir köpeğin tasması, köpeğin sahibi ile beraber gömülürdü. Bazı firavunların, değişik hayvanları topladıkları ve hatta kendilerine ait hayvanat bahçeleri bile kurdurdukları sanılır.

7. DENİZCİLİK VE TİCARET

Eski Kemet’de halkın büyük bir bölümü Nil’e yakın yaşadığından, en iyi yolculuk araçları teknelerdi. Nil nehri, güneyden kuzeye doğru akar fakat rüzgâr çoğunlukla kuzeyden eser. Bu da teknelerin akıntıyla beraber kuzey yönüne sürüklenebileceği, buna karşılık, eğer yelkenlerini açarlarsa, rüzgârın onları akıntının tersine itebileceği anlamına gelir.
Kazılarda, Eski Krallık döneminden kalma balıkçı tekneleri, Hanedanlar öncesi dönemden kalma saz tekne, ağır yükleri taşımada kullanılan mavnalar, Cenaze tekneleri ve Kraliyet tekneleri bulunmuş, papirüslerde ve duvar resimlerinde bu teknelerin nasıl kullanıldığına ilişkin ayrıntılı bilgilere rastlanmıştır. Kemetli tüccarlar, deniz yoluyla Doğu Akdeniz`deki limanlara ve Kızıldeniz’e giderlerdi. Doğu Afrika'daki Punt'a ulaşanları olmuştur. Oralara, tütsü yapmakta kullanılan çok değerli sakız ağaçlarını aramaya giderlerdi.
Tekne ile ulaşım sağlayamazlarsa, insanların çoğu yürümek zorunda kalırdı. Çok varlıklılar, özel iskemlelerle taşınırlardı. Satıcılar mallarını taşımak için eşek kullanırlardı. At Eski Krallık döneminden itibaren sadece savaş arabalarını çekmek için kullanılan bir hayvandı, Arabistan yarımadasının tipik yük hayvanı deve Kemet’e çok geç bir dönemde girdi.

8. TIP



Kom Ombo'daki tapınak aynı zamanda çok önemli bir hastaneydi. Alttaki resimde tapınak duvarlarına işlenmiş ilaç tarifleri ve tedavi usulleri görülüyor.

Kemet’de büyük olasılıkla, uzman tıp okulları vardı; çünkü Kemetli doktorlar ustalıklarıyla ünlüydüler. Kimi yabancı krallıklarda eğitim vermek üzere diğer ülkelere giderlerdi. Kemetli doktorlar bedenin işleyişinden oldukça iyi anlarlardı. Sinir sistemi ve beyinle ilgili bilgileri vardı. Aynı zamanda kalbin bir pompa gibi çalıştığını biliyorlardı.
Ramasseum, Chester Beatty, Berlin, Londra, Karlsberg Papirüsleri bize Mısır'da göz hastalıkları, kemik veremi, çocuk felci, çiçek, anemi, romatizma, apandist, mide, karın hastalıkları, bacaklarda varis, ülser ve çıbanlar, sara nöbetleri, diş çürümeleri, kırık, çıkık, tümör ve omurga zedelenmesi gibi hastalıkların tanındığını, kırk sekiz çeşit yaranın tesbit edildiğini söyler. Bunlar üzerine Kemet'te yoğun araştırmalar vardır. Kemet Tıbbını üç esas üzerinde incelemek mümkündür.
1. İnsan bedeni ve işlevleri üzerine bilinenler
2. Hastalıkların çeşitleri ve tedavileri
3. Hastalıklardan korunma çareleri
Bu konulardaki bilgiler, Kemet tıbbı için adeta bir zaferdir. Kemet’te tıbbı geliştirenler rahipler olmuştur. Çünkü, tanrılardan sağlık dileyen hastalar, tapınaklarda rahiplerin tedavisine muhtaç olmuşlardı. Onun için bu iyileştirme işlerinde ilk kullanılan usuller daima büyünün izlerini taşır. Sonraları sadece Hekimliği meslek edinenler olmuş ve bunlar saraylarda önemli yer işgal etmişlerdir. Bütün klasik araştırmaların ortak görüşüne göre, Kemet’te Hekimler Sınıfı, gerek devlet işlerinde, gerekse toplumsal hiyerarşide gayet esaslı olarak yerlerini almışlardır. Bu da Kemette tıbbın ne derece önemsendiğine bir delildir.
MÖ 5. yüzyılda Grek hekimi Hipokrates Kemet Tıbbı’ndan oldukça yararlandığını ifade eder. Herodotos Kemet’te her hastalığın ayrı bir hekimi olduğunu kaydetmektedir.
1898 yılında Sir Flinder Petrie adlı bilim adamının ortaya çıkarttığı Kahun Papirüsü ile 1862 yılında bulunan Smith Papirüsü ve 1873 yılında bulunan Ebers Papirüsü’nde idrar yolu hastalıkları, varisler, gebelik ve gebelik testleriyle ilgili bilgiler yer alıyor. Müzelerde sergilenen papirüslerde yer alan bilgilere göre, hamilelik şüphesi olan bir kadın her gün sabah idrarıyla biri buğday, diğeri arpa dolu iki torbayı sularmış. Hamilelik şüphesi olmayan bir başka kadın da yine ayrı ayrı buğday ve arpa torbalarını idrarıyla sularmış. Hamilelik şüphesi olan kadının idrarla suladığı buğday ve arpa dolu torbalar, diğer kadının suladığı torbalardan daha önce çimlenirse, hamile olduğu anlaşılırmış. İki kadının suladığı buğday ve arpalar aynı anda çimlenirse hamilelik olmadığı ortaya çıkarmış. Hamile olan kadınların sabah idrarlarında aşırı miktarda hormon bulunduğu için, buğday ve arpa torbaları diğer normal idrarlarla sulananlardan çok daha önce yeşerirmiş. Günümüzde meyve ve sebzenin daha erken sürede yetiştirilmesi için hormon kullanılması da aynı yöntemin bir benzeridir.
Kemetlilerın kullandığı yöntemde, doğacak bebeğin cinsiyeti de önceden tesbit edilebiliyordu. Hamile kadının idrarıyla sulanan tohumlardan, buğday taneleri daha önce filizlenirse bebeğin erkek, arpa taneleri daha önce filizlenirse bebeğin kız olacağı anlaşılıyordu. Prof. Julias Manger, 1933 yılında laboratuarda kutuların içerisinde kurutma kâğıtları üzerine yerleştirdiği buğday ve arpa tanelerini, idrarla sulayıp, Kemetlilerın kullandığı gebelik ve cinsiyet belirleme yönteminin doğruluğunu ispat etmiştir. Günümüzde kullanılan gebelik testleri de, kadının idrarındaki hormon sayısının yoğunluğuna göre sonuç verir ve aynı esaslara göre uygulanır.
Kemetliler, kadında kısırlığın tespiti için rahim ağzına akşam yatarken sarımsak veya soğan yerleştirirlerdi. Sabah kadın uyandığında genzinde sarımsak veya soğan kokusu duyarsa tüplerinin açık olduğu ve gebe kalmasına bir engelin olmadığı anlaşılırdı. Koku duyulmazsa kadının tüplerinin kapalı olduğu, bu nedenle hamile kalamayacağı söylenirdi. Ayrıca kadının rahminin içerisine paslanmayan metallerden olan altın veya gümüş yüzük konularak gebelik önlenirdi. Sonraki dönemde Arap kervancılar da bu yöntemi öğrenip, uzun çöl seyahatlerinde dişi develerin gebe kalmalarını önlemek için rahimlerinin içerisine temizlenmiş çakıl taşı doldururlarmış.

9. ORDU VE ASKERLİK

Kemet’de, Güney ve Kuzey arasında geçen kısa süreli gerilimler sayılmazsa, Eski ve Orta Krallık dönemlerinin genellikle barış içinde geçtiği söylenebilir. Komşularını tehdit etmeyen ve komşularının tehditlerinden de uzak kalan Kemet’in ordusu bu dönemde kralın korumaları ve paralı askerlerden kurulu küçük çaplı bir güçten oluşuyordu. İnsanlar acil durumlarda orduya çağrılırlardı ancak çoğunun askeri eğitimi eksikti.
Yeni Krallık döneminin başlamasıyla birlikte ortaya çıkan devlet sınırlarının genişletilmesi eğilimi ve artan dış tehditler ordunun güçlendirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Savaş arabalarından oluşan birlikler çoğaltıldı. Gönüllü askerler toplanıp eğitildi ve ordu genişletildi. Ordu her biri 4000 piyade ve 1000 savaş arabasından oluşan tümenlere ayrılmıştı. Tümenler, her biri 200 piyadeden oluşan 20 bölükten oluşuyordu. Bölüklerse, kışlanın aynı koğuşunu paylaşan 10'ar kişilik mangalara bölünmüştü. Her bir bölüğe 25 tane çift kişilik savaş arabası bağlıydı. Savaş arabaları bir sürücü ve bir savaşçı taşırdı. Ok ve mızrak kullanmakta usta olan bu asker-ler, gerek donanımları, gerekse sahip oldukları yetenek ve eğitimlerinden dolayı, ordunun en seçkin topluluğunu oluştururlardı. Savaşta en büyük görev onlara düşerdi. Yarma ve çevirme harekâtını hep onlar yaparlar, düşmana ilk darbeyi onlar indirirlerdi.
Kemet askerleri savaş baltası, gürz, mızrak, kılıç, hançer, yay ve ok gibi birçok silah türüyle savaşabilir durumda olmalıydı. Bununla beraber her birlik belli bir silahın kulanımında uzmanlaşmaya yönelebilirdi. Genç askerlere, uzun yürüyüşlerin de yapıldığı, zorlu bir eğitim verilirdi.
Yeni Krallık ordularının, dış tehditlere gözdağı vermek kadar, bir imparatorluk kurma amacıyla da oluşturulduğunu belirtmiştik. Dış seferleri çoğunlukla firavun yönetirdi. Kemet İmparatorluğunun en parlak döneminde, sınırlar Suriye’den Nil'in Dördüncü çağlayanına kadar genişlemişti. Kemetliler, imparatorluğun yayıldığı geniş sınırlar içinde ticaret yaparak ve sömürgelerden topladıkları vergilerle zenginleşmişlerdi.

BEŞİNCİ BÖLÜM: KEMET'TE YAZI VE DİL


1. KEMET DİLİ

Kemet dili üzerine yapılan uzun soluklu çalışmalara göre, bu dil Sami–Hami dil ailesinin dört ana kolundan biri ve en eski yazılı örneğidir. Kemetçenin bugün yaşayan diller içinde en yakın akrabaları Kıptîce ve Berbericedir. Hatta Kıptice’nin Antik Kemetçenin en son döneminde konuşulan lehçesine çok benzediği, dolayısıyla bu dilin yaşayan bir kolu olduğu da söylenebilir.
İlk Kemetçe sözlük Champollion’un belgelerinden çıkan kaynaklar sayesinde 1841 yılında yayınlandı. Bu alandaki ilk çalışmalar ise 1830 yılına dek uzanır. Bu sözlük çalışmaları hayli eksikti. Ancak 1950’lere dek süren çalışmalarıyla A. Erman ve H. Grapow bu açığı bir hayli kapattılar. Özellikle G. Fecht’in yaptığı çalışmalar, anlamları bilinen sözcüklerin vokalizasyonu hakkında kimi fikirler verse de birçok döneme ait çok sayıda sözcüğün doğru telaffuzlarını bilmekten çok uzağız. Bildiğimiz az sayıdaki şey arasında, Kemetçenin bükünlü bir dil olduğu, yirmi iki zaman kipi içerdiği, M.Ö. 15. ve 10. binyıllarda, Yeni Krallık döneminde konuşulan lehçede “a”, “e”, “i”, “u” ünlüleri-nin bulunduğu fakat “o” ünlüsünün bulunmadığı, isim çekimle-rinin olmadığı, vezinli ve vurgulu konuşma ya da yazmanın beğenilen bir dilsel ifade biçimi olduğu sayılabilir.



Yukarıdan aşağıya: Hiyeroglif, Hiyeratik ve Demotik yazı örnekleri...

2. HİYEROGLİF

Gizemli çizgiler, resimler, taslaklar, işaretler, şifreler, insanlar, hayvanlar, masal yaratıkları, bitkiler, meyveler, araçlar, elbise parçaları, örgüler, silahlar, geometrik şekiller, dalgalı çizgiler ve alevler…
Bunlar Tahta, taş ve sayısız papirüs üzerinde, tapınak duvarlarında, mezar odalarında, anı levhalarında, lahitlerin, çekmecelerin üzerinde bulundular ve Kemetliler eski ulusların yazmayı en çok sevenlerinden olduğu anlaşıldı.
Günümüzde Kemet’in resim ve işaretlerden oluşan yazısına, Grekçe "Kutsal yazı" anlamına gelen hiyeroglif adı verilir. Yazının kutsallığı Kemetlilerin, yazı yazma yetilerinin onlara bilim tanrısı Tuti tarafından verildiğine inanıyor olmalarından kaynaklanır. Bir yazı biçimi bulan en eski uluslardan biri olan Kemetliler’in M.Ö. 29. yüzyıldan itibaren anıtsal hiyerogliflerle işlek yazı türlerini birlikte kullandıklarını biliyoruz.
İlk kez 18. yüzyılda Fransız dilbilimci Champollion tarafından çözülmeye başlanan hiyeroglif yazısı çoğu nesnelerin resmi olduğundan rahatlıkla ayırt edilebilen yediyüzden fazla işaretten oluşur. Her bir işaret, özel bir nesneyi imgelediği gibi belli bir sesi de temsil eder. Soldan sağa, sağdan sola ya da aşağıdan yukarıya yazılabilir. Hayvanların ya da insanların yüzleri sola dönükse yazı soldan sağa, sağa dönükse sağdan sola doğru okunacak demektir.
Hiyeroglif yazısı son derece karmaşıktır. Yazıcı adı verilen kimseler, okumak ve yazmak için özel olarak eğitilmişlerdi. Bu becerileri onlara güç ve saygınlık kazandırıyordu. Tapınaklarda ya da devlet yönetiminde iyi işlere girebiliyorlar, vergi ödemi-yorlardı. Yazıcılar, mürekkep ve fırça kullanarak papirüs denen sazlardan yapılmış özel bir çeşit kâğıda yazarlardı. Ayrıca ostrakon olarak bilinen kireçtaşı tabletler üzerine de yazılırdı. Firavun adları kartuş adı verilen oval bir çerçevenin içine yazılır. Daha sonraları Kemetliler, hiyeroglif yazısının daha kolay bir uyarlaması olan iki türlü işlek yazı geliştirmişlerdir. Hiyeroglif yazısı ise, tapınaklardaki ve kamusal yapılardaki kayıtlarda kalmıştır.

3. KİTAP YAZISI (HİYERATİK)

Devlet işlerinde kullanılan işlek yazıya Hiyeratik adı verilir. Bu yazı daha çok papirüslerde rastlanan bir yazı biçimi olduğu için kitap yazısı olarak da bilinir. Oysa hiyeratik’in en eski örnekleri, papirüsten çok daha önceki evrelere ait çömlekler üzerinde bulundu. Hiyeratik yazı çok ender olarak anıt yazısı olarak kullanılmıştır. Eski Kemet kültürünün sonuna dek kullanılan hiyeratik gerçek bir el yazısı olduğundan, hiyerogliften çok daha hızlı bir değişim süreci geçirmiştir. İlk kez Georg Möller tarafından çözülmeye başlanan ve Gardiner tarafından düzenli olarak okunan hiyeratik sağdan sola doğru yazılır ve eğer renkli yazmak mümkün değilse, önemli kısımların altı çizilirdi.

4. DEMOTİK YAZI

Devlet işlerinde kullanılan hiyeratik yazı, Geç Krallık evresinde, özellikle de 26. Hanedan döneminde iyice işlekleşti ve yerini demotik yazıya bıraktı. Bulunan en eski demotik papirüsler M.Ö. 660’lı yıllara, Psammetik III dönemine aittir. Demotik yazı, hiyeroglif ve hiyeratikten farklı olarak bir halk yazısıdır.

5. YAZI MALZEMESİ

Kemet insanı eline geçen hemen her malzeme üstüne yazmıştır. Taş, ostrakon adı verilen kireçtaşı tabletler, kil, deri, ahşap, metal, kumaş, kemik… Ancak, bu malzemeler kötü korunduğu için günümüzde papirüs karşısında fazla önem taşımaz. En çabuk bozulan malzeme olmasına rağmen, kitap yazısında tercih edilen papirüs’ün çok önemli örnekleri Kemet ikliminin kuruluğu yüzünden günümüze kadar geldi. Günümüze kadar kalan papirüsler içinde eksiksiz ve tam olan papirüs rulosu çok azdır. Papirüsün değerli olması nedeniyle el yazmalarının silinip tekrar kullanıldığı sık görülürdü. Okul ödevlerinde sık sık uygulanan bu kullanım biçimi kimi zaman devlet evra-kında bile uygulanmıştır.
Kitap yazısı, ucu fırça gibi lifli olan ve küçük bir su kabında ıslatılan kamışla yazılıyordu. Siyah mürekkep kurumdan, kırmızı mürekkep topraktan üretiliyor, başka renk bitkisel boyalar da kullanılıyordu. Geç döneme ait papirüslerde altın varak bile kullanılmıştır.

6. EDEBİYAT

Kemet edebiyatının sınırları henüz tam olarak çizilemediği gibi, çözümlenmesi ve tarihlenmesi de başlangıç aşamasındadır. Ancak bilinen kimi gerçekler de vardır. Sözgelimi Kemet’de vezinli yazım çok yaygın olduğu için siyasal ve bilimsel yapıtlarla mektuplar bile edebiyat alanına dâhil edilebilir. Günümüze ulaşan metinler arasında, Kemetlilerın verdiği özel adlarıyla bile sivrilen iki önemli edebiyat türü vardır: “Öğretiler” ve “Yeraltı Kitapları”. Hangi sınıftan olursa olsun, eğitimli bir Kemetli baba oğluna üstlerine, eşitlerine, astlarına ya da tanrılara nasıl davranması gerektiği konusunda somut talimatlar verir. Zengin yaşam deneyimleri, bazılarının binlerce yıllık olduğunu görebildiğimiz özdeyişlere bağlanır. Nasihatler birbirine eklenir. Yaşanan deneyimlerden ya da öykülerden sonuçlar çıkarılır. Yeraltı Kitapları da öte dünya rehberleridir. Yeni Krallık döneminde çok yaygındılar. Bunlarda öte dünya’daki yerlerin görünümleri, oralarda bulunanların durumları şiirsel bir dille anlatılır. En eski resimli kitaplar olan bu metinlerde resim ve yazı dengeli bir niçimde kullanılmıştır. Bunların dışında çoğu tanrıların yaşamları ve deneyimlerinin anlatıldığı, Grek mysterlerini andıran masallar, aşk şarkıları, ilahiler, anıttaşlara kazınmış olduğu için günümüze kadar gelebilen, bir üstün astına yazdığı talimatlarla dolu mektuplar ve siyasal literatürle birlikte gelen yaşam öyküleri sayılabilir. Kemet’den bize kalan en eski eksiksiz metin bir memurun yaşam öyküsünün anlatıldığı metindir. Özellikle firavunların yaşamlarını anlatan yapıtlar, aslında bir çeşit “öğreti” olarak da değerlendirilebilir. Çünkü kralın eylemlerinin bir özetini çıkarmakla birlikte onun bilgeliğinden çıkarılması gereken dersleri de içerirler.

7. EĞİTİM

Günümüze ulaşan Kemet metinlerinin çok önemli bir kısmı öğrenci ödevlerinden oluştuğu için Kemet eğitim sisteminin yöntem ve hedefleri konusunda bir hayli bilgi sahibiyiz. Kemet’de okullar yalnızca varlıklı ailelerin erkek çocukları içindi ve amaç Maat’ın yüce ilkelerini gerçekleştiren sadık devlet memurunu yaratmaktı. Yazıcılar sınıfından olan Öğretmen (Kemet dilinde “baba”) öğrenci ile (Kemet dilinde “oğul”) birbirine tanrıça Maat’ın adalet kuralları ile bağlıydı. Kemet’teki okullar tapınaklara aitti. Erkek çocuklar yedi yaşına geldiklerinde okula başlarlardı. Okuma–yazmayı öğrenir ve zamanlarının çoğunu metinleri kopyalayarak geçirirlerdi. Papirüs çok pahalı bir bitki olduğundan çocuklar ostrakonlara yazıyorlardı. 9 ya da 10 yaşlarına gelen çocuk bir üst okula devam edebilirdi. Burada, mektup ve yasal belgelerin nasıl yazılacağını öğrenirdi. Aynı zamanda, aralarında tarih, edebiyat, coğrafya, din, diller, muhasebe, matematik ve tıp konularının da olduğu bir dizi alanda eğitim alabilirlerdi. Yoksul çocuklar okula gitmez, babalarından bir meslek öğrenirlerdi. Kızlara düşen de evde annelerine yardım etmekti.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KEMET MİMARİSİ


1. TAPINAKLAR






Yukarıdan aşağıya sırasıyla: Deyr-ül Bahri, Edfu, Kom Ombo ve Ebu Sümbül (Abu Simbel) bölgelerideki tapınaklar.
.
Kemet’de yapılmış çoğu tapınak bugün de varlığını sürdürmektedir. Diğerlerinin ise farklı şekillerde harabe ve kalıntıları mevcuttur. Çok az bir kısmı ise tamamen kaybolmuştur. Firavunlardan özellikle Ramses II birçok tapınak yaptırmasıyla belirginleşir. Ebu Simbel, Abtu, Bahariye Vahasındaki Ayn El Müftelâ, Eski Teb şehrindeki Karnak, Luksor, Beni Hasan’daki El Şurruk, Edfu, Kom Ombo, Medinet Habu, Deyrülbahri’deki Hatşepsut, Ramesseum, Filae, Dendera bölgelerinde her biri çeşitli tanrılara adanmış çok sayıda tapınak vardır. Her biri Nil boyunda kurulmuş olan tapınakların en önemli ortak niteliği “Nil şeklinde” inşa edilmiş olmalarıdır. Kuzeyden Güneye doğru uzanan tapınaklar güneye (yani Nil’in kaynağına / en kutsal yere) yaklaştıkça birer basamak yükselir. Uzun koridorların her iki yanında papirüs başlıklı uzun ve lotus başlıklı daha kısa sütunlar vardır. Tapınaklar en güneyde, Nil’in gizemli kaynağını simgeleyen (yalnızca başrahip, tanrının oğlu ve yaşayan tanrı olan firavunun girebildiği) en kutsal yerle biter.
Tapınaklardan modern Luksor (eski Nesut–Tovi, daha çok Grekçe adı olan Thebes/Thebai/Teb diye bilinir) kentinde bulunan ikisi özellikle önemlidir.

1.a. KARNAK AMUN TAPINAĞI



Dünya tarihinde inşa edilmiş en büyük ve en dikkate değer dini yapılar topluluğu olan Amun Tapınağı, Güney Mısır’da, Nil boyunda, günümüz Luksor kenti yakınlarındaki Karnak mevkiindedir. Amun rahiplerinin her gün “Cennetin en büyüğü, Dünyanın en eskisi” diye ilahiler okuyarak kutsadığı Teb kenti, Amun inancının merkezidir.
Toplam 300 dönüm alana yayılmış olan, onbirinci Hanedan döneminde başlatılan, onsekizinci ve yirminci hanedanlar döne-minde tamamlanan yapıların çekirdeği olan Amun Tapınağına iki yanında koçbaşlı Sfenkslerin bulunduğu caddeden girilir. Üzerinde yazıt ve desen bulunmayan 113 m. genişliğinde ve 15 m. kalınlığındaki büyük Birinci pilondan sonra yüksek duvar ve sütunlarla çevrilmiş sağlı sollu koçbaşlıklı Sfenkslerin sıralandığı büyük salona gelinir. Sol yanda Seti II tapınağı, Amon, Mut ve Kons için yapılmış üç küçük şapel ve sağda üç yanı sütunlar ile çevrili avlusu bulunan Ramses III Tapınağı yer alır. Ortada yirmibeşinci Hanedanın Nübye kökenli firavunlarından Taharka-'ya ait köşk bulunur.
Avluya bitişik olan ve onsekizinci hanedan firavunlarından Horemheb'in inşa ettirdigi ikinci pilon duvarından gecilerek büyük hole girilir. Buranın yapımını Amunhotep III başlatmış, Seti I devam ettirmiş ve Ramses II tamamlatmıştır. Altı dönümlük alana yayılmış 15 ve 23 m. yükseklikte 134 sütunun oluşturduğu büyük hol vardır. 3. pilon’u Amunhotep III, 4. pilonu Tutmose I yaptırmıştır. 4. pilon önünde Tutmose'e I ve Tutmose III’e ait dikili taşlardan yüksekliği 28 m. ağırlığı 143 ton olan birincisi günümüzde de ayaktadır. Diğerinin parçalarıysa avluda yatmaktadır. Buradan itibaren Amun'a ait kutsal dar ve küçük mekânlar ardarda dizilirken, sağ tarafta güney yönündeki aksta Tutmosis III ve Hatşepsut'un yaptırdığı pilonlar ve anıtsal heykeller ile kutsal göl ve “nilometre” yer alır. (Nilometre Nil’in taşma miktarını saptamak için icat edilen düzenektir. Bu sistem Nil kıyısında kurulmuş olan tarlaların sahiplerinden alınacak vergi miktarını belirlemekte kullanılıyordu.)
4. pilonun arkasından Tutmose III’ün yaptırdığı 14 sütunlu küçük hol ve Kraliçe Hatşepsut'a ait iki dikilitaştan birisi durmaktadır. Bu dikilitaş 29.56 m. yüksekliğinde, 200 ton ağırlığındadır. 5. pilon Tutmose I, 6. pilon ise Tutmose II tarafından yaptırılmıştır. Tapınağın sonunda bulunan en ilginç bölüm, Tutmose III’ün yaptırdığı büyük festival tapınağıdır. Botanik ve hayvanat bahçesi olarak bilinen bu bölümde, firavunun Suriye seferinden dönerken getirdiği hayvan ve bitkiler bulunuyordu. Bu bölümün duvarlarına bunlara ait çok güzel kabartmalar işlenmiştir. Tamamı kesme taştan inşa edi-len ve 2000 yıl boyunca cesitli firavunlar tarafından yapılan eklemelerle geliştirilen Amun kompleksi, duvarlarında işlenmiş bulunan çok önemli yazı ve tasvirler nedeniyle de dünyanın en büyük ve en eski arşivlerinden biri durumundadır.

1.b. LUKSOR AMUN–RA TAPINAĞI




Karnak’daki Amun Tapınağı yakınında, günümüz Luksor kent merkezi civarında bulunan ve görkemli Kemet mimarlığının Nil kıyısındaki en zarif örneklerinden biri olan Luksor tapınağı, M.Ö. 15. yüzyılda, Yeni Krallık döneminin dokuzuncu firavunu olan Amunhotep III tarafindan, Amun-Ra adına inşa ettirildi. Daha sonraları Tutankamun, Ramses II, Büyük İskender ve Roma tarafından yapılan çesitli ekleme ve yapılarla günümüze kadar geldi.
Tapınağa 24 m. yükseklikteki pilondan girilir. Pilon cephesinde dördü tahtta oturan, ikisi ayakta duran altı büyük Ramses heykeli bulunur. Girişin sağında ve solunda yer alan oturan Ramses heykellerinin ardındaki pilonun cephesi boydan boya Ramses II’nin zaferlerine ait tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Pilon'dan büyük avluya girilir. Burası Kapalı Lotus başlıklı sütünlar ve aralarında yeralan Usir heykelleri ile çevrilidir. Avlu girisinin sağında, orta krallıktan kalma özgün ve küçük Teb üçlüsü tapınağı ile sol yanda ve yukarıda yerel bir şeyh tarafından 13. yüzyılda inşa ettirilen Ebu’l Haccac Camii yer alır. Avludan sonra güney yönünde sapma yaparak koridor şeklinde uzanan açılmis papirüs başlıklı 52 m. yüksekliğinde ondört dev sütün çift sıra halinde ikinci büyük avluya ulaşır. Amunhotep III’e ait olan bu sütünların üzerine, Tel Amarna'daki tek tanrıcı Aton kültünü terkederek Teb' e gelen ve yeniden Amon inancını kabul eden Tutankamon tarafından bu dönüşümü kutlamak için süslemeler yaptırılmıştır.
Buradan hole girilir. Otuziki sütünlu olan bu ilginç bölümden sonra Kons, Mut ve Adak şapeli, yuvarlak kemerli, freksli, nişli, iki yanında klasik Roma sütün başlıklı girişi olan Roma kutsal mekânı, doğum odası, Amonhotep III ve Büyük İskender'e ait dar ve karanlık kutsal mekânlar bulunur. Her yıl Ağustos ayı sonlarında onbeş gün süreyle kutlanan Opet Festivali nedeniyle Karnak Tapınağından törenlerle getirilen Amun–Ra Teknesi bu mekânda bir süre bekletilirdi.

2. PİRAMİTLER, MASTABALAR VE MEZARLAR

Piramit (Pyramide) sözcüğü, Grekçede “ateş” anlamına gelen “pyro” ile “merkezde” anlamına gelen “amide” sözcüklerinden oluşur. Bu durumda anlamı “merkezdeki ateş” oluyor. Grekçe’dan Latince’ye, oradan da tüm batı dillerine geçmiş olan Piramit sözcüğü bilindiği gibi konik-prizmatik biçimdeki yapı ve nesneleri deyimler. Orta ve Güney Amerika, Mezopotamya ve Yunanistan’da bulunan piramit biçimli anıtsal yapıların en tanınmış olanları kuşkusuz Kemet (günümüzde Mısır) topraklarındadır.




Üstte Krallar Vadisi'ndeki Kral Mezarları, altta bir mastaba

Nil ırmağının batı kıyısı boyunca yaklaşık 90 adet piramit yer alır. Bunların Eski ve Orta Krallık döneminde yapılmış olmaları ile Kemetlilerin Güneş tanrısı Ra’ya tapınmaya ve ölülerini mumyalamaya başlamaları arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır. Kemetliler, ölen bir kişinin bedenini koruyarak, ona yiyecek ve içecek sunarak ölümden sonra yaşamasını sağlayabile-ceklerine inanırlardı. Bu nedenle ölülerini, öbür dünyada ihtiyaç duyacakları eşyalarla birlikte gömerler, mezar duvarlarına çizdikleri resimler ve yazdıkları yazılarla ölülere karşılaşabilecekleri tehlikelerden korunma yollarını gösterirlerdi. Kemet’deki en bilinen mezar biçimi piramitlerdir. Ancak gerek soylular, gerekse sıradan insanlar için kullanılan çok çeşitli mezarlar vardır.
Eski Krallık’ta İkinci Hanedan döneminin sonuna kadar (yaklaşık M.Ö. 1650) krallar ve soylular mastaba denen mezarlara gömülürlerdi. Mastabalar, dikdörtgen biçimli, yan duvarları içeriye doğru eğimli ve üst yüzeyi düz olan; daha çok üstü kesik bir piramide benzeyen anıtmezarlardı.







Yukarıdan aşağıya: Firavun Zoser'in Sakkara'daki ünlü Basamaklı Piramit'i, Basmaklı Piramit'in tanrılaştırılan mimarı bilge İmhotep ve onun Hollywood sinemasındaki iki yansıması: farklı tarihli iki Mumya filminin "kötü" imhoteb'leri...
.
Üçüncü hanedan döneminde (M.Ö. 2650–2575) kral mezarlarında taş kullanılmaya başlandı. İlk piramit, bu dönemde, Kahire'nin yakınındaki Sakkara’da (daha sonraki dönemlerde tanrılaştırılacak olan) ünlü mimar ve devlet adamı İmhotep tarafından yapıldı. Kral Zoser için tasarlanan ve üst üste konmuş altı mastabadan oluşan bu anıtmezara Basamaklı Piramit denir.
Bu ünlü İmhoteb'den söz ederken, onun “sinema serüvenine” de değinmek gerek. ABD’li yapımcı Karl Laemme Jr.’ın 1932’de beyazperdeye taşıdığı “aşkı yüzünden dirilen mumya” öyküsü The Mummy’de kahramanımız İmhoteb’dir. Fakat o bu filmde Kemet’in devlet, din ve hukuk sistemini yöneten, piramit mezar biçimini icad eden ve firavun Zoser için ünlü basamaklı piramidi inşa eden bilge değil, firavunun karısına duyduğu aşk uğruna kara büyülere dalan ve firavun tarafından ölmeden gömülmeye mahkûm edilen bir vezirdir. 1900’lü yıllarda mezarı bulunur ve acemi bir arkeolog tarafından dünyaya döndürülür. Bu film o denli popüler oldu ki, çok sayıda devamı çekildi ve İmhoteb birçok kez perdede yer aldı. Bu filmlerden ikisi, iki süper prodüksiyon olarak 2000’li yıllarda çekilmiştir.




En önemli piramitler, bilindiği gibi, Kahire’nin güneyinde, Giza’da bulunan üç piramittir. Giriş bölümünde de söz ettiğimiz spekülasyonların en önemlilerinden birine konu olan bu piramitler Dördüncü Hanedan dönemine (M.Ö. 2575–2468) aittir. En büyüğünü Firavun Kufu yaptırmıştır. Kufu (Grekçe adı ile Keops) Piramidi’nin taban kenarları yaklaşık 230 metre ve yüksekliği 146 metredir. Ama dış kaplaması aşındığı için bugün yüksekliği 9 metre daha düşüktür. Kayalık bir zemine oturan piramidin dış bölümü kireç taşı ve granittendir. Tüm yapıda her biri ortalama 2,75 ton ağırlığında toplam 2,3 milyon taş blok kullanılmıştır.
Kufu’nun ardından Kafre (Grekçesi Kefren) ve Menkaure (Grekçesi Mikerinos) tarafından yaptırılan diğer ünlü iki piramit, ilkine göre daha küçüktür. Her üç piramit de yağmalanmış oldukları için içlerindeki eşyaların çoğu kaybolmuştur.
Günümüzden yaklaşık 4.500 yıl önce Kemetliler tarafından insan emeği ve bilgisiyle inşa edilmiş bu piramitlerin görkemi bin yıllar boyunca göreni hayrete düşürdü. Bu yüzden de bu üç dev insan yapısı, gizemci dedikodulara konu olmaktan kurtulamadı. Kimler nasıl inşa etmişti bunları? Nasıl bir güce, yete-neğe ve bilgiye sahiptiler? Bütün bu sorular tarih boyunca yanıtlanmaya çalışıldı. Mistikler, piramitlerin yapılışına Kutsal kitaplardan gerekçe, iz ve neden aradılar. Kutsal kitaplar Kemet hakkında birçok bilgi veriyordu. Bilgiler şu minvaldeydi: Yahudiler Yusuf Peygamber döneminde Kemet’e gelmişler, yüzyıllar boyunca burada yaşamışlar ve süreç içinde Kemetlilerin kölesi haline gelmişler, sonunda, Musa Peygamber önderliğinde Kemet’den çıkıp “vaat edilmiş topraklar”a gitmişlerdi. Piramitleri yapanlar da olsa olsa, yaklaşık 400 yıl boyunca Kemetlilere kölelik eden bu Yahudilerdi… Bu görüş din çevrelerinden de destek görünce bir bilimsel doğru gibi kabul edildi, edebiyat ve sinema tarafından da bolca işlendi. Kemetli askerlerin salladığı kırbaçların altında büyük taş kütleleri sürükleyen zavallı Yahudilerin görüntüsü gözlerimizin önündedir.
Ancak gizemcilik Yahudi kölelerle yetinmedi. Yeni moda, piramiti yapmak için gerekli olan tonlarca ağırlıktaki yüzbinlerce taşın kilometrelerce uzaklıktaki taş madenlerinden getirilmesi ve metrelerce yükseklikteki yerlerine kadar taşınmasındaki güçlükten söz etmekti. Bu iddianın sahiplerine göre, bunu başarabilmek için yüzyıllar boyunca milyonlarca işçinin yaşam boyu çalışması gerekirdi. Kemet nüfusunun birkaç milyon kişiden ibaret olduğu o çağda, elde modern bilim gibi bir araç da olmadan bunun başarılması olanaksızdı. Öyleyse piramitleri kim inşa etti? Cevap elbette ki “uzaylılar”dı. Uzaylılar gelmişler, Kemetlilere dünya dışı bir bilim öğretmişler, onlara büyük piramiti armağan etmişler (ya da inşa etmeyi öğretmişler) ve gitmişlerdi. Unutulmamalıydı ki, piramit kimin adıyla yapıldıysa, onun mumyasının bulunduğu odaya, yılda iki kez güneş girmekteydi: doğduğu gün, tahta geçtiği gün… Giza'daki üç piramit aralarinda bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdi; Büyük piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil ediyordu; Büyük Piramit'in tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde ediliyordu; Piramit dev bir güneş saatiydi. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösteriyordu. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşitti. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu hatasız olarak saptanabiliyordu ve daha bunlar gibi bir sürü anlaşılamaz ayrıntılar vardı.
Sayısız kitap, dergi, gazete ve filmde işlenen bu görüş çok ciddi sayıda alıcı buldu ve yüz milyonlarca dolarlık bir pazar oluşturdu. Önce kutsal anlatı yanlılarının, sonra da “Uzaycıların” yarattığı gizemci dedikoduların yalan ve yanlış olduğunun kanıtlanması ve “sır”ların çözülmesi için arkeoloji biliminin biraz daha çalışması gerekiyordu. Nihayet bu oldu. 1990’ların başında Mısırlı Arkeolog Dr. Zahi Havas’ın Chicago Üniversitesinden Dr. Mark Lehner’le birlikte Giza’da yapmaya başladığı kazılar, “olanaksız” sanılanın hiç de olanaksız olmadığını kanıtladı.
Öncelikle, piramidin yapımında kullanılan kireçtaşı blokları, öyle yüzlerce kilometre uzaktan getirilmemişti. Kireçtaşı madeni Giza platosunda, Piramitlerin yanıbaşındaydı. Uzaktan getirilenler sadece üç büyük yekpare granit bloktu. Bunlar Assuan’daki granit madeninden çıkarılmış ve Nil üzerinden gemilerle Giza’ya taşınarak Mezar Odası’nda kullanılmıştı. Madende ustalar tarafından kabaca yontulan kireçtaşı bloklar, silindirler üzerinde bir kilometre kadar çekilerek piramidin yanına ulaştırılır, piramit inşaatının çevresini dolaşan geniş rampalarda, yine silindirler üzerinde taşınır ve yerine yerleştirilirdi. Bulunan belgelerden anlaşılan odur ki, bu kireçtaşı blokları ağaç silindirler üzerinde sürüklemek için de binlerce kişiye değil, rampanın eğimine göre, sadece 100 ilâ 200 kişiye ihtiyaç vardı. Bu kişilerin yanında yöresinde de eli kırbaçlı askerler değil, rampanın kumtaşı zeminini ıslatarak daha kaygan olmasını sağlayan işçilerle, çalışanlara su taşıyan sakalar vardı. Bilim adamları yazılanları okumakla yetinmediler ve yeniden canlandırma yöntemiyle bu anlatılanların mümkün olup olmadığını denetlediler. Evet, oluyordu. 200 kişi 2,5 ton ağırlığındaki bir kireçtaşı blokunu, kumtaşı bir rampada, ağaç silindirler üzerinde gayet hızlı bir biçimde kaydırabiliyordu.
Giza platosunda yapılan kazılar sırasıyla 250 adet geniş mezarı, daha küçük mezarlardan oluşan çok geniş bir mezarlığı, ekmek fırınlarını ve sonunda binlerce evden oluşan bir kenti ortaya çıkardı. Geçici bir süre için inşa edilen ve sonra terk edilen bu kentte piramitleri yapan işçiler yaşamıştı ve bunlar köle ya da uzaylı değildi. Bunlar maaşlı işçilerdi, piramit inşaatında çalışıyorlar, aileleri ile birlikte bir lojman şehirde yaşıyorlardı. Hangi taşları nereden, nasıl getirdikleri ve ne şekilde, nereye koydukları belliydi. Belgelerde Kemet’in neresinden geldikleri, kim oldukları, aileleri, kaç yıl çalıştıkları ve aldıkları maaş yazılıydı. Adlarını boyalarla taşların üzerine yazarlardı. Bu yazılar bugün de okunabilmektedir.
Beşinci ve Altıncı Hanedan kralları da (M.Ö. 2465–2150) Giza ve Abu Şir’de birçok piramit yaptırmışlardı. On birinci ve On ikinci Hanedan krallarının (M.Ö. 2130–1756) piramitleri daha çok Dahşur, Havara ve el-Lahun’da bulunmuştur. Bu dönemden sonra, soylulara mezar olarak kullanılan piramitlerin yapımına son verildi. Kemetliler krallarını, 18. hanedan döneminde (M.Ö. 1540–1292) başkent olan Teb yakınlarındaki Krallar Vadisi’nde kayalara oyulmuş mezar odalarına gömmeye başladılar.

3. SFENKS




Bir aslan bedeni üzerinde bir insan başına sahip olan dev heykel Nil Nehri'nin batı kıyısındaki Giza platosunda, Kafre piramidinin önünde uzanmış olarak doğuya bakar ve pençelerinin arasında bir yazıt saklar.
İşte piramitler gibi hakkında birçok spekülasyon türetilmiş olan ünlü Sfenks budur. Sfenks (sphynx) adı Grekçedir. Araplar Ebu’l-Hol (Dehşetin Babası) derlerdi.
Yüzünün firavun Kafre'ye ait olduğu sanılan Sfenks’in yapılış tarihi Dördüncü Hanedanlık (M.Ö. 2723–2563) dönemidir. Ancak Egyptologların Arkeoloji biliminin yardımıyla buldukları bu tarihin dile getirilmesi sırasında yine “uzaycılar” girecektir devreye ve “hayır” diyeceklerdir, “bilim adamları ne derse desin, Sfenks 10.500 yıl önce yapıldı.”
Bilimin altında bityeniği aramayı ve bilim adamlarına asla inanmamayı ilke edinmiş olan bu çevreden John Anthony West ve “jeolog Dr.” Ünvanı taşıyan Robert Schoch, 1991 yılında Mısır Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan izin koparmayı başarıp Sfenks üzerinde bir dizi araştırma yaptılar. Araştırma sonucunda yayınladıkları raporda yazanlar şunlardı: “Heykelin üzerindeki aşınma izleri, arkeologların inandığı gibi rüzgâr ve kumdan değil, uzun ve etkili yağmurlardan ileri geliyordu ve düpedüz su aşınmasıydılar…” Daha sonra bilimsellikle ilgisi bulunmayan kanıtları sıralamaya başladılar: “Mısır'ın bu bölgesi, bundan 5000 yıl önce de çöldü ve yağmur düşmüyordu. Söz konusu aşınmayı yaratacak düzeyde bir yağmurun en son düştüğü dönem ise, en az M.Ö. 5000 yılına, hatta çok daha eskilere dayanıyordu, belki M.Ö. 7000'e…”
Bu olayı Eski Eserler Müfettişi Dr. Zahi Havas, West ve ekibinin iznini iptal etmesi ve Sfenks üzerinde araştırma yapılmasını yasaklaması izledi. Ama haber basına çoktan ulaşmış, West ve Schoch da elde ettikleri bulguları aynı anda filme aldıklarından, NBC’ de yayımlanan bir belgeselle ortalığı iyice karıştırmışlardı.
Tüm bunlara, uzaycı ekibinden iki şanlı şöhretli ismin, “Orion Gizemi”nin yazarı Robert Bauval ile “Tanrıların Parmak İzleri”nin yazarı Graham Hancock'un açıklamaları da tuz biber ekti. Bunlara kalırsa, Sfenks, tam doğuya bakıyordu, yani ekinoks (23 Mart ya da 21 Eylül) anındaki gün doğumu noktasına… Kemetlilerin yıldız kültürlerinde, güneş doğmak üzereyken, ufuk henüz tam aydınlanmamışken son olarak görülen yıldız ya da takımyıldızın ayrı bir önemi vardır. Bu durumdaki yıldıza “heliak yükselişte” denir ve Mısır’ın hem takvimini hem de dinini etkileyen çarpıcı bir olgudur. Sözgelimi, Kemet kültüründe Tanrıça İsis’i simgeleyen Sirius yıldızı, yaz gündönümünde (21 Haziran) şafak öncesi görünmeye baslar ve bu tarih ayni zamanda Nil'in yıllık taşma dönemlerinin de başlangıcıdır. Bu nedenle Kemetliler, yaz gündönümünü “yılbaşı” kabul ederlerdi. Bu yaklaşım, egyptologlarca Sfenks'in yapılmış olduğu tarih olarak varsayılan İ.Ö. 2500'de, ilkbahar ekinoksunda "heliak yükselişe" başlayan takımyıldızın incelenmesini ilginç hale getiriyor. Bauval ve Hancock, bilgisayar simülasyonuyla o tarihte Boğa takımyıldızının yükselişte olduğunu gördüler. Oysa Kemetliler şekil ve simgelere çok önem verirlerdi ve yaptıkları anıtlarda buna çok dikkat ederlerdi. Yani, bu durumda Sfenks'in aslan değil de boğa biçiminde yapılmış olması gerekmez miydi? İki araştırmacı, bu kez ilkbahar ekinoksunda aslan burcunun heliak yükselişe geçtiği tarihi araştırdılar ve karsılarına “Orion Gizemi”ndeki o garip yıl çıktı yine: M.Ö 10.500…
Kemet uygarlığının M.Ö. 31. yüzyılda başladığı yolundaki bulgular dikkate alındığında, Kemetlilerin bir “şifre” gibi bize bıraktıkları “anıt bilmecesi” acaba bilinenden en az 7000 yıl daha eskiye dayanan bir yitik uygarlığın izleri miydi?
Tez ortadadır ve bilinen o eski masaldır. Günümüz Mısır topraklarında Atlantis ve Mu gibi bir kayıp uygarlık vardı. Bugün Kemetlilere ait sandığımız birçok şeyi Kemetlilerden binlerce yıl önce onlar yaptı. Sonra nedendir bilinmez, ortadan yok olup gittiler. Daha doğrusu geldikleri yere geri döndüler: gezegenlerine… Bilim adamları da buna bir türlü inanmıyor. Mesele bu…

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KEMET DİNİ VE MİTOLOJİSİ


1. KEMET İNANÇLARININ ANA HATLARI

Aşağı ve Yukarı Kemet’in birleşmesinden önce yerel birçok kült vardı ve her kabile farklı birkaç tanrıya tapardı. Birleşme sürecinin sonunda bu kültler Kemet İmparatorluğunun dinini oluşturmuştur. Bu sistem her kabilenin inançlarından izler taşıyordu. Ayrıca, bir savaş sonrasında, yenen kabile, yenilen kabilenin tanrısını da kendi panteonuna katıyordu. Birleşmeyi gerçekleştiren Birinci Hanedanın koruyucu tanrısı Hor, en büyük tanrı olarak kabul edildi. Grek belgelerinde Horus olarak geçen (ve girişte belirttiğimiz nedenle, bu adla daha çok tanınan) şahin başlı Hor bir gök tanrısıdır. Ayrıca firavun da yaşayan Hor sayılır.
Hor kültünün yanında Set kültü de halk kitleleri arasında varlığını korumuştur. Yukarı Kemet’de yaygınlığını koruyan Set kültü Hanedanlar zamanında da devam etmiş, özellikle de İkinci Hanedan zamanında Set bir süre Hor’un yerine en büyük tanrı olarak tanınmıştır. Hor ile Set arasındaki bu çekişme sonraki dönem mitolojisine de yansımıştır. Set kültü Kemet’te uzun süre varlığını sürdürmüş ve daha sonra göreceğimiz gibi, Set kötü güçlerin temsilcisi olmuştur. Kemet’in arkaik dönemi-ne baktığımızda farklı yerlerde farklı tanrıların önem kazanmış oldukları görülmektedir. Ayn-üş Şems’te Ra, Memfis’de Ptah, Busiris’de Usir önemli tanrılar arasındadır. Ayn-üş Şems yaradılış efsanelerine göre, Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için, ancak mastürbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre, “Atum/Ra erkeklik organını elleri arasına alıp, fışkırtarak ikizleri meydana getirdi: Şu ve Tefnut.”
.
2. MİTOLOJİ

Adını “kaldırmak” anlamına gelen bir sözcükten alan Şu, Yunan mitolojisindeki Atlas gibi gökyüzünü taşır. Aslında Şu havayı temsil etmektedir. Tefnut ise Şu’nun ikiz kardeşi olduğu gibi aynı zamanda karısıdır. Kökeni daha eskiye hatta güneş kültüne dayandığı sanılan Tefnut daha çok havadaki nemi ve yağmuru sembolize eder. Bazı metinlerde kardeşi Şu ile beraber, güneş’in doğuşundan itibaren gökyüzünü taşır.
Şu–Tefnut çiftinden iki önemli tanrısal varlık doğar. Bunlar Geb ve Nut’tur. Erkek olan Geb Kemet toprağını, daha genel olarak da yeryüzünü temsil eder. Dişi olan Nut ise gökyüzüdür. Burada Kemet mitolojisinin Hint–Avrupa mitolojilerinden farkını görürüz. Hint–Avrupa mitolojilerinde genelde yeryüzü dişidir. Efsaneye göre Geb ve Nut önceden birbirlerine yapışık iken daha sonra Şu tarafından birbirlerinden ayrılmışlardır. Geb ve Nut’tan ise dört tanrı doğar: Usir, İsis, Set ve Neftis…
Bu konuda Plutarkhos’un De Iside et Osiride (İsis ve Usir Üstüne) adlı yapıtında ilginç bir mitos vardır. Plutarkhos asıl söylenceye sadık kalmayıp Grek tanrılarını da efsaneye kattıysa da, efsane doğa olaylarını ve takvimi açıklaması açısından önemlidir. Efsaneye göre Ra’nın karısı Nut, Geb’i kendisine âşık eder. Bunun üzerine Ra Nut’a bir ceza verir ve ona yılın hiç bir ayında ya da gününde çocuk sahibi olamayacağını söyler. Ra’nın emirleri hiç bir zaman reddedilemeyeceği için Nu çareyi Tuti’den yardım istemekte bulur. Tuti uzun uzun düşündükten sonra aklına iyi bir fikir gelir. Ay tanrısı Kons’a gider ve onu senet (Kemet’te yaygın bir tür dama) oynamaya davet eder. Kons bu oyunu kaybederse günün aydınlığının yedide birini Tuti’ye verecektir. Oyunu Tuti kazanır. Kons aynen söz verdiği gibi ışığının yedide birini Tuti’ye verir. Tuti Kons’dan aldığı ışık-tan beş gün yaratır ve bu günleri yıla ekler. Böylece Nut, hiç bir yıla ve aya ait olmayan bu beş günde doğum yapabilecektir. Nut’un Usir, Hor, Set, İsis ve Neftis adlarında beş çocuğu olur. Usir Birinci günde, Hor İkinci günde, Set Üçüncü günde, İsis Dördüncü günde ve Neftis Beşinci günde doğarlar.
Usir doğanlar içinde en büyükleridir ve bu nedenle, Geb gökyüzüne çıktıktan sonra, Kemet toprakları üzerinde hüküm sürme hakkı ona aittir. Usir’in üstünlüğü daha doğumunda belli olmuştur. Usir doğduğu zaman Gizemli bir ses “Evrenin Efendisi”nin geldiğini söylemiştir.
Greklılar tarafından Osiris adıyla anılan Usir, güzel yüzlü, koyu tenli ve insanlardan daha uzun resmedilmiştir. Usir’in tahta geçme miti aynı zamanda meşru firavunun da tahta geçme miti ile ilintilidir. Güneş–tanrı’nın hükümdarlığını Usir’e vermesi gibi, firavun da gücünü güneş–tanrı’dan almaktadır. Ayrıca bu mit firavunun hükümdarlığına ait bazı usulleri de meşrulaştırmaktadır. Usir’in tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri, ilkel bir hayat süren Kemetlileri uygarlaştırmak olmuştur. Usir onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi, buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi, ekmek, şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel Kemetlilere tapınak inşa etmeyi, tanrılara tapmayı ve dini törenleri düzenlemeyi öğreten de Usir’dir. Hatta Grek mitosunda doğa-tanrı Pan tarafından çalınırken betimlenen çift borulu flütü de Usir bulmuştur. Usir, şu an Louvre Müzesi’nde bulunan Amunmo steline göre, bolluk, bereket getiren bir doğa tanrısı özellikleri de taşımaktadır; doğal kaynaklara hükmetmekte, rüzgârları estirmekte, ekinleri ye-şertmekte ve hayvanları yetiştirmektedir.
Usir Kemet’in uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis’e bırakır ve yanında vezirleri Tuti, Anpu ve Ofoi ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır. Burada Anpu için de bir parantez açmak gerekmektedir. Greklerce Anubis olarak adlandırılan Anpu, mitolojiye göre, ölülere öteki dünyanın yolunu gösteren çakal başlı varlıktır. Piramit metinlerinde, Anpu Ra’nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Usir ya da Set ile ilişkilendirilir. Usir ile ilgili efsanelerde, adı çok sık geçmese de, Anpu’nun Kemet mitosunda önemli bir yeri vardır. İlk olarak Anpu daha önce de gördüğümüz gibi dünyanın fethine Usir ile birlikte çıkmıştır. Ancak bu fetih savaşla yapılan istila anlamına değil, insanların uygarlaştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu efsaneden yola çıkarak, Anpu, tanrıların insanları eğitmesinde önemli rol oynayan varlıklardan bir olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak da Anpu Usir’in ölümünden sonra onun vücudunun korunması işini üstlenir. Anpu zamanla Usir’in cenazesi ile olan ilgisinden dolayı ölüm kültü ile ilgili bir nitelik kazanmış ve mumyalama ve ölünün yargılanması ile ilgili yol gösterme görevleri gibi görevler üstlenmiştir. Usir döndüğünde ülkesini, İsis’in başarılı yönetimi sayesinde, çok iyi durumda bulur. Ancak bu dönem uzun sürmez. Tahta geçmeyi arzulayan, fakat Usir’in yokluğunda dahi hüküm süremeyen Set, Usir’i yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Bu plana göre Set, Usir’in ölçülerine göre bir sandık hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir. Set, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur. Set büyük bir yemek verir ve Usir’i de çağırır. Usir hiç bir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemek sonunda Set, sandık kimin ölçülerine uyarsa, sandığın sahibinin o olduğunu söyler. Denemek için herkes sırayla sandığın içine yatar. Sıra Usir’e gelmiştir. Usir yatar yatmaz Set sandığı çiviler, eritilmiş kurşunla lehimler ve Nil nehrine atar. Böylece Set planını uygulamıştır. Bu olay Usir’in krallığının yirmi sekizinci yılında, Asir ayının on yedisinde olmuştur.
İsis bunu duyunca, üzüntüsünden saçlarını keser, elbiselerini parçalar ve Usir’in kapatıldığı sandığı aramaya çıkar. Usir’in kapatıldığı sandık, Fenike’ye, Byblos kentine kadar sürüklenmiş ve burada karaya vurmuştur. Karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır. Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır. Bu olay Isis’in kulağına kadar gelmiştir. İsis durumu anlar ve Malkandros’un sarayına gider. Burada önce Astarte’nin çocuğunun dadısı olur. İsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis’i engeller. İsis artık kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros’dan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden sandığı alır. İsis sandığı vatanına geri getirdikten sonra, Buto şehrine, oğlu Hor’un ziyaretine giderken sandığı, güvenli zannettiği bir yere saklayarak bırakır. Gece dolunayda avlanan Set sandığı bulur ve Usir’in bedenini tanır. Bunun üzerine, Set Usir’in bedenini ondört parçaya ayırır ve bu parçaları Kemet toprakları üzerine dağıtır. Bunu duyan İsis papirüs ağacından yapılma bir tekneye biner ve bütün Kemet’i dolaşarak Usir’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Kemet’in birçok yerinde, içinde Usir’in cesedinin bulunduğu söylenen birçok tapınak vardır. Efsanenin sonunda ise Usir’in oğlu Hor Set’i yener. Yeniden canlanan Usir artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anpu ile birlikte olacaktır. Anpu ölüleri yargılanması için Usir’e getirecektir.
Efsanenin klasik yorumuna göre Usir aslında diğer bahar ve toprak kültleri ile ilgili efsanelerde olduğu gibi doğanın ölümünü ve ilkbaharda yeniden canlanmasını temsil etmektedir. Başka yorumlara göre Usir’in yazın kuruyan Nil Nehri’ni temsil ettiği ya da günlerin uzayıp kısalmasını belirttiği söylenebilir.
Daha önce de edebiyat tarihinde örnekleri görüldüğü gibi Plutarkhos, diğer Grek yazarları gibi, efsaneyi biraz tahrif etmiş olsa da var olan bir efsaneyi anlattığı kesindir. Zaten piramit metinlerinde ve Ölüler Kitabı’nda buna benzer motiflerin yer alması bunu kanıtlamaktadır. Ancak her efsanede olduğu gibi bu efsanede de daha derin anlamlar olduğu kesindir. Bu efsaneyi dikkatle incelersek başka bir yerden gelen bir kişinin insanları eğittiğini ve daha sonra da kardeşi tarafından öldürüldüğünü, fakat vücudunun (belki de kurduklarının) bir başkası (Anpu) tarafından korunduğunu görüyoruz.
Bu efsanede bir ilginç nokta da bir tanrının, Usir’in o sandığa sahip olma isteği ve sandığın tam olarak ona tıpatıp uyduğunu düşündüğü an onun içinde hapis olmasıdır. Bu bizim de sık sık içine düşebileceğimiz bir durumdur. Her zaman karşımıza biz cazip gelebilecek “sandıklar” çıkabilir. Hatta biz bunların tam bize uygun olduklarını düşünebiliriz. İşte o andan itibaren de onun esiri olabiliriz. Sonunda bu sahte cennet bizim sonumuz olabilir.
.
3. TANRILAR
.
Amun (Grek metinlerinde Amon)

Tanrılar kralı… Kemet dilinde Amun sözcüğü “saklı olan” anlamına gelir. Amun ihtiyacı olan her dindarın koruyucusudur. Kendi kendini yaratmıştır. İlk zamanlardan itibaren Teb şehrinin baş tanrısıdır ve Hermopolis rahipleri ona yaratıcı tanrı olarak tapar. Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta krallığa kadar Teb’de yerel bir tanrıydı fakat Tebli hanedanlar Kemet’de egemen olduklarında Amun kalıcı bir tanrı oldu ve Onsekizinci Hanedan tarafından Tanrıların Kralı olarak adlandırıldı. Ünlü tapınağı Karnak, insan tarafından yapılmış en büyük dinsel yapıdır.

Amun–Ra
Amun rahipleri tarafından türetilmiş bileşik bir tanrı... Bu rahiplerin amacı Amun tapımının yaygın olduğu Yeni Krallık döneminde, Eski ve Orta Krallıkların güneş tanrısı olan Ra ile bir bağ kurmaktı. Bu tip birleşmelerde tanrılar iç içe girerler böylece Ra’nın içinde Amun’un temsil ettiği gücü ya da tam tersini görürüz. Bu tip ilişkiler Kemet tanrılarında, özellikle kozmik ve ulusal tanrılar arasında sık görülür. Bu Kemet tanrılarının nasıl görüldüğünün bir örneğidir.

Amset
Hor’un dört oğlundan biridir. Mumyalanmış ölünün karaciğerinin konulduğu vazonun koruyucusudur. İsis tarafında korunur.

Anpu (Grek metinlerinde Anubis)
Çakal başlı tanrı… Neftis’in oğludur. Babası bir inanışa göre Set, bir başka inanışa göre Usir’ti. Hatta annesinin İsis olduğuna da inanılır. Mumyalamanın kâşifi olarak tapım görür. Görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir. Aynı zamanda Upuaut (yolların açıcısı) olarak bilinir ve tavşan başıyla resmedilirdi. Kıyamet günü için ölülere rehberlik eder ve ölüleri yeraltındaki ikinci ölümden korumak için gerçeğin derecelerini gözlerdi.

Anuket
Yukarı Kemet’de, Fil Adası çevresinde, Knum ve Sati’nin kızı olarak tapım gördü. Kutsal hayvanı gazeldi. Soğuk su dağıtıcısı olduğuna inanılır ve tüylü bir taç giyerdi.

Api (Grek metinlerinde Apis)
Boğa tanrı… Sadece hayvan olarak betimlenmiş ve hiçbir zaman, diğer birçok tanrı gibi hayvan başlı bir insan olarak gösterilmemiş eski bir verimlilik tanrısıdır. Çoğunlukla Ptah’la bağlantılı olmuştur ve kültünün merkezi Memfis’tir. Başında güneş diskiyle resmedilir. Kutsal Apis boğası Memfis’teydi ve İskenderiye’deki Serapion’da Apis boğalarının mezarı bulunur.

Bastet
Kedi tanrıça… Delta kentlerinde tapınılır. Kedilerin ve onlara önem verenlerin koruyucusudur. Aslan tanrıça Sekmet’in yardımsever tarafı olarak görülmüştür.

Bes
Tanrıların cüce soytarısı… Afrika kökenli tanrı, Kemet’e onikinci Hanedan döneminde gelmiştir. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir. Müzik, iyi yemek ve rahatlamak gibi aile zevklerinin tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiricisi ve koruyucusudur.

Duamutef
Hor’un dört oğlundan biri… Çakal başlı mumyalanmış bir erkek olarak gösterilir. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neit tarafından korunur.

Edco
Delta’nın yılan tanrıçası… Aşağı Kemet’in sembolü ve koruyucusudur. Yukarı Kemet’in tanrıçası Nekbet’in tamamlayıcısıdır. Kralın tacının bir parçası olarak giyilirdi.

Geb
Yeryüzünün tanrısı… Şu ve Tefnut’un oğlu; Nut’un kardeşi ve kocası; Usir, Set, İsis ve Neftis’in babasıdır. Kutsal hayvanı ve sembolü kazdı. Genelde yeşil giysili ve siyah tenli olarak gösterilmiştir. (Yeşil yaşayan canlıların rengi ve siyah ise Nil’in bereketli çamururun rengidir.) Kötülerin ruhlarını tutuklayacak ve onları cennete çıkarmayacaktır. Diğer antik dinlerde yeryü-zünün dişi olarak betimlendiği düşünülürse Geb’in erkek olması bir çelişki olarak görünür.

Hadit
Hor’un Behedet şehrinde tapılan formlarındandır. Büyük kanatları güneş diskinin bir imgesi olarak gösterilir. Önemli tarihi ve mitolojik anların betimlendiği resimlerde, olayın geçtiği yerin üstünde uçarken görülür. Hor’un her zaman her yerde hazır oluşunu simgeler.

Hapi
Hor’un dört oğlundan biridir. Erken dönem tasvirlerinde babun başlı bir erkek olarak görülür. Ölünün akciğerlerinin koruyucusudur. Geç Kemet döneminde Hapi Nil Nehrinin tanrısı sayıldı ve tacı, Yukarı Nil vadisinde zambaklardan, Aşağı Nil vadisinde papirüsten yapılmış şişman bir adam olarak betimlendi.

Hathor (ya da Het–Heru, ya da Het–Hert)
İnek tanrıça… Sık sık İsis’le eşdeğer tutulmuştur. Hathor’a Edfu’da Hor’un eşi olarak tapılmıştır. Teb’de ölümün tanrıçası olarak düşünülmüştü. Ayrıca aşkın, dansın, alkolün ve yabancı toprakların koruyucusuydu.

Heket
Kurbağa başlı tanrıça… Hermopolis’teki sekiz tanrıdan biri olarak tapınılır ve Antinoe’deki Knum’un eşi olarak görülür.

Hor (Grek metinlerinde Horus)

Şahin başlı tanrı… Usir’le İsis in oğludur. Babasının ardından Kemet tahtına geçti. Önce babasının iktidarı için, sonra da ondan miras aldığı taht için amcası Set ile olan savaşları Kemet mitolojisinde önemli yer tutar.

Hor–pa–kraat
Çocuk Hor… İsis ve Usir’in oğlu, emzirilen küçük bir çocuk olarak betimlenir. Yukarı Kemet’de yetişkin Hor’dan ayrılmış, parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir.

İmhotep
Gerçekte yaşamış bir kişi olan İmhotep hekim, mimar, kâtip ve Üçüncü Hanedandan Firavun Zoser’in büyük veziriydi. Sakkara‘daki basamaklı piramidi tasarlayıp inşa eden odur. Yaşarken büyük saygı gördü. Öldükten sonra tanrılaştırıldı. Ptah’ın oğlu ve hekimlik tanrısı olarak betimlenir; aynı zamanda kâtiplerin başıydı. Grekler onun Asklepios olduğunu düşünürler.

İsis

Sanat ve aşk tanrıçası... Usir in karısı ve kızkardeşi, Hor’un annesi. Büyük bir anne ve eş olarak, bütün tanrıçaların en etkini oldu.

Kebsenuef
Hor’un dört oğlundan biri… Mumyalanmış şahin başlı bir erkek olarak betimlenmiştir. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve tanrıça Selket tarafından korunur.

Keper
Ayn-üş Şems çevresinde yaratıcı tanrı sayılır. Kültü Aton ve Ra ile karışmıştır. Kemet dilinde “Keper” sözcüğü birkaç anlama gelir. En dikkat çeken anlamı “yaratmak” veya “dönüştürmek” fiilidir; ayrıca “bokböceği” anlamı da vardır. Bokböceği, güneşin sembolü sayılırdı. Bokböceğinin güneşi gökyüzüne doğru ittiği varsayılırdı.

Keteş
Aşkın ve güzelliğin tanrıçası… Güzel çıplak bir kadın olarak, bir aslanın üstünde ayakta durur ya da onu sürer durumda, elinde çiçek, ayna ya da yılanlarla resmedilmiştir. Kemet sanat ve geleneklerinde alışılmamış bir durum olarak, genelde yuvarlak yüzlü gösterilir. Aynı zamanda erkekliğin tanrısı Min’in eşi olarak tasavvur edilir. Suriyeli bir tanrı olduğu düşünülmektedir.

Knum
Koçbaşlı tanrı… Fil Adası çevresinde tapım gördü. Hedet, Neit ve Sati’yle çömlekçi çarkında insanlara şekil veren, yaratıcı tanrılardan biriydi.

Kons
Amun ve Mut’la birlikte Teb’in büyük üçlüsünün bir Üyesi… Ay’ın tanrısıydı. Hakkında en çok bilinen öykü, Tuti’yle senet oynarken ışığının bir kısmına bahse girmesidir. Tuti kazanmış, ışığının bir kısmını kaybettiği için Kons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş. Karnak’taki tapınaklardan biri ona adanmıştır.

Maat
Tuti’nin karısı, Ra’nın kızı olduğu düşünülmüştür. Adı “gerçek” ve “adalet”i ifade eder. Başında devekuşu tüyü olan uzun boylu bir kadın olarak betimlenmiştir.

Min
Amun’un elinde yıldırımlar taşıyan bir formu olarak resmedilmiştir.

Mont
Amun kültünün doğmasından önce Teb’in baş tanrısıydı. Şahin başlı erkek olarak gösterilir; daha sonra Hor’la birleşmiştir. Aslında bir savaş tanrısıdır.

Mut
Teb geleneklerinde Amun’un karısı… Kemet dilinde adı “anne” anlamına gelir. Ay tanrısı Kons’un annesidir.

Nefertum
Ptah ve Sekmet’in genç oğlu… Zambak çiçekleriyle taçlandırılmış ya da zambak çiçeğinin üstünde oturtulmuş olarak resmedilmiştir.

Neftis
Geb ve Nut’un en genç çocuğu, Set’in kardeşi ve karısı, İsis ve Usir’in kardeşi, Anpu’nun annesidir. Hapi’nin koruyucusu olmuştur.

Neit
Delta’da tapılan eski bir savaş tanrıçasıdır. Bilgelik tanrıçası olarak saygı gösterildi, Grek mitindeki Athena’ya karşılık gelir. Daha sonraki inanışlara göre İsis, Neftis, ve Selket’in kız kardeşi, timsah tanrı Sobek’in annesi ve Duamutef’in koruyucusuydu.

Nekbet
Yukarı Kemet’in büyük tanrıçasıdır, ikonu akbabadır. Aşağı Kemet’in tanrıçası olan Edco’nun tamamlayıcısıdır.

Nut
Gökyüzü tanrıçası. Şu ve Tefnut’un kızı, Geb’in kızkardeşi ve karısı, Usir, Set, İsis ve Neftis’in annesidir. Nut genellikle mavi tenle ve vücudu yıldızlarla kaplı, 4 ayak üzerinde ve kocasının üzerine eğilmiş halde resmedilmiştir. Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır.

Ptah
Memfis’te tapınılan bir tanrı… Evrenin yaratıcısı olarak görülmüştür. Öbür dünyada erkeklerin ruhlarının yerleşeceği vücutları şekillendirir. Sakallı, takke giymiş, mumya gibi sarmalanmış, elinde asa tutan bir erkek olarak betimlenir. Sekmet’in kocası ve Nefertum’un babası (sonra da Imhotep’in babası) olduğu söylenir.

Ra (ya da Re)
Güneş tanrı… Doğanın rüm unsurları arasında tapılan en belirgin şey güneştir. Kemet ideolojisinin büyük bir kısmı güneş ve Nil üzerinedir. Başında güneş diski olarak taşıyan atmaca başlı bir erkek olarak betimlendi. Yaradılışın egemeni olarak saygı gördü.

Ra–Horatki
Güneşin gücünün göstergesi olarak Ra ve Hor bileşkesi…

Sati
Fil Adası’nın tanrıçası… Knum’un eşidir. İnsan başı, Yukarı Kemet’in tacıyla ve gazellerin boynuzlarıyla betimlenmiştir.

Seker

Işığın tanrıçası… Öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur. Genellikle şahin başıyla ve Ptah’ınkine benzer bir şekilde mumyalanmış olarak resmedilmiştir.

Sekmet
Aslan başlı tanrıça… Ra’nın gözündeki ateşten insanları günahlarından dolayı cezalandıracak olan bir intikam yaratığı olarak yaratılmış, sonra da doğrunun barışçıl bir koruyucusu olmuştur.

Selket
Akrep tanrıça… Başının üzerinde hareketsiz duran akrebiyle güzel bir kadın olarak betimlenmiştir. Kutsal yaratığı kötü ruhlu insanlara ölüm iyi insanlara da hayat veriyordu. Ayrıca kadınların çocuk doğurmalarına da yardımcı olur.

Serapis
Ptolemaios dönemi tanrısı… Grek inancına sahip Makedonlar tarafından Usir ve Apis’ten tasarlanmıştır. Öte dünyanın ve verimliliğin tanrısıydı. Ayrıca endişeli, üzüntülü inananların yardımcısıydı. Kültünün merkezi İskenderiye’dir.

Set
En eski dönemlerde Aşağı Kemet’in koruyucu tanrısıydı ve çölün şiddetli fırtınalarını simgelerdi. Yukarı Kemet, Aşağı Kemet’i yendiğinde, Set Yukarı Kemet’in hanedanlık tanrısı Hor’un şeytani düşmanı olarak bilinmeye başlandı. Usir, İsis ve Neftis’in kardeşi ve aynı zamanda Neftis’in kocasıydı. Bazı mitlere göreyse Anpu’nun babasıydı. Set kardeşini öldürmesi ve yeğeni Hor’u öldürmeye teşebbüs etmesiyle bilinir. Ama Hor kurtulmayı ve babasının öcünü almayı başarır. Bunu Set’i hadım edip sonsuza kadar çöle sürerek yapmıştır. Ondokuzuncu Hanedanda Set’e olan saygı yeniden dirilmeye başladı ve Set Kemet’i düşman yabancılardan koruyan tanrı oldu.

Sobek
Timsah başlı tanrı… Fayum’un merkezi Timsah Şehri’nin tanrısı idi. Orada timsahlar kutsal havuzlarda korunur ve Sobek’in hayvanları oldukları için onlara tapılırdı. Su tanrısı olarak, aynı zamanda Nil'in yıllık taşmasını ve vadinin gübrelenmesini simgeler.

Şu
Kuru rüzgârların ve atmosferin tanrısı… Ra’nın oğlu, Tefnut’un kardeşi ve kocası, Geb ve Nut’un babasıdır. Hiyerogliflerde kafasına devekuşu tüyü giymiş olarak gösterilmiştir. Eski Kemet dilinde Şu ismi “kuru, boş” anlamına geliyor. Aynı zamanda güneş ışığının kişileştirmelerinden biridir.

Tavaret
Su aygırı tanrı… Hamile kadınlara göz kulak olduğuna inanılır.

Tuti (Grek metinlerinde Toth)
Bilgeliğin tanrısı… İbis kuşu başıyla resmedilir, elinde bir kalem ve her şeyi kaydettiği parşömenler vardır. Tanrıları içeren neydeyse tüm temel görüntülerde Tuti görevli olarak görünürdü, ama özellikle ölülerin yargı günü resimlerinde vardır. Tanrılar’ın habercisi olmuş ve Greklıların Hermes’iyle eş tutulmuştur. Usir mitlerine göre Tuti Usir’in veziri olmuştur. Hiyeroglifleri icat edenin Tuti olduğu düşünülür.

Tefnut
Nem ve bulutların tanrıçası... Ra’nın kızı, Şu’nun kardeşi ve karısı, Geb ve Nut’un annesidir. Kutsal hayvanı olan dişi aslanın başıyla resmedilmiştir.

Usir (Grek metinlerinde Osiris)


Ölülerin tanrısı… Ölümsüz yaşam için dirilişin düzenleyicisi ve ölülerin yargıcıdır. Nut ve Geb’in ilk çocuğuydu, Set, Neftis ve İsis’in kardeşiydi, aynı zamanda İsis’in kocasıydı. Hor, İsis’ten doğma oğludur. Mitolojiye göre Neftis, İsis kılığına girmiş ve Usir’i baştan çıkararak Anpu’yu doğurmuş. Kardeşi Set tarafından öldürülmüş ve İsis’in büyüsü sayesinde tekrar yaşama dönmüş. Oğlu Hor onun öcünü aldı. Set’i yendi ve batı çölüne sürdü. Tüm Kemet tarihi boyunca dualar ve büyüler Usir’e yöneltilmişti, onu kutsama yoluyla kralı olduğu öbür dünyaya girmek Kemet insanının temel inançsal uygulamasıdır. Orta krallık süresinde popülerliği arttı. On sekizinci Hanedan döneminde en çok tapılan tanrı olmuştu.

Firavunlar
Kemet’de firavunlar, hükümdar ve ülkenin mutlak efendileriydi. Kemet dilindeki “per-aâ”dan gelen firavun sözcüğü, önceleri krallık sarayını belirtirken, 22. hanedan döneminde bu sarayın sahibi, yani Mısır kralı da bu adla anılmaya başlanmış, bu anlamıyla sözcük, ilk olarak İbraniler tarafından yaygın biçimde kullanılmıştır.
Tüm eski uygarlıkların içinde kendisinin tanrı olduğunu ileri süren tek kral, Firavundur. Mezopotamya ve Orta Doğu tarihinde krallar daima tanrıların seçtiği temsilciler olarak kabul görmüştür. Ölümlerinden sonra tanrılaştırılan birçok hükümdar da vardır ama Kemet’te Firavun, tanrı demekti. O yaşarken ya Hor ya Ra, öldüğünde ise Usir'di.

4. AKH’NATON VE TEK TANRI İNANCI



Üstte: Güneş kursu ile simgelenen Aton'a tapan Akh'naton ve eşi Nefertiti ile Firavun ve güzel eşinin büstleri

M.Ö. 14. yüzyılda yaşayan Firavun Amunhotep IV yaratıcı tanrı Aton'un dışında tüm tanrıları reddeden yeni bir din kurdu. Önce başkenti Orta Kemet’e, Amarna'ya taşıdı, Amarna'ya “Aton'un Ufku” anlamına gelen "Aknetaton” adı verildi, sonra Amun Başrahipliği makamını kaldırdı. Kemet tarihi boyunca dinsel gelenekleri yöneten Teb kentinde çıkan isyanı, orduyu kullanarak bastıran Amunhotep kararlıydı. Adını Akh’naton (Aton’un hizmetkârı) olarak değiştirdi, yeni dinin esaslarını belirledi, alışılmadık tarzda mistik şiirler yazdı ve yazdırdı. Aton inancının temelinde yalana karşı gelerek gerçeğe ulaşma düsturu vardı ve Tek Tanrıya olan sevgi derin duygularla anlatılıyordu. Dönemin mezar taşlarında “Ey biricik Aton senden başkası yoktur” ifadeleri bulunmuştur.
Akh’naton’un getirdiği tek tanrıcı inanca göre yaşamda olduğu gibi ölüm sonrasında da tek egemen Aton’dur. Aton'un büyüklüğü ve tekliğine iman eden kişi, öte dünyada da mutlu olacaktır. Büyü günahtır. Kişi tanrı'ya asla bir ihtiyacını karşılamak için hitap edemez. Dua yaratıcı tarafından var edilmiş doğanın güzelliğine düzülen övgülerle yapılır ve Aton’un iyili-ğine heyecan ve aşkla bağlanılır. Gökten akan ve yaşamın kaynağı olan ışık Aton’un işaretidir. Herkese eşit olarak yayılan aydınlık Aton’un şaşmaz adaletini simgeler. Bu ışık Gerçeklik Ülkesi'nden gelir.
Aton gözle görülmediği için onu simgeleyen bir heykel ya da put yoktu. Bu yeni din, yuvarlak kırmızı bir güneş ve ondan çıkarak yere inen ve uçlarında el şekilleri bulunan ışınlarla simgelendi.
Buna karşın, Akh’naton’un din reformu Kemet’de kökleşmedi. İnanç yirmi yıl sürdü ve firavun’un ölümünden sonra eski inançlara dönüldü. Akh’naton bir kâfir olarak damgalandı ve adı tüm duvar yazıtlarından silindi.

Akh’naton’un Aton için yazdığı şiir

Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir,
ey hayatın temelinde yaşayan Aton.
Sen doğu göğünün ufkunda doğduğunda,
tüm memleketi güzelliğinle doldurursun.
Uzaklaşsan da, ışınların dünya üzerindedir.
Ne kadar yüksek olursan ol,
senin adımlarının izleri gündüzdür.
Sen, ışınlarını dağıttığın zaman,
Kemet'in her iki ülkesi de bayram eder.
Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir.
Çünkü sen, onları uyandırmışsındır.
Onlar tüm organlarını sende yıkarlar
ve kollarını kaldırıp, seni şafakta selamlarlar.
Sonra tüm dünyada herkes kendi isini yapar.
Hayvanlar otlardan zevk alırlar,
Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler.
Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık,
Bataklıklarda uçarlar.
Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar.
Kadında çocuğu sen yaratırsın,
Ananın karnında çocuğa sen hayat verirsin,
Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin.
Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırsa,
Sen ona hayat vermek için nefes verirsin.
Ey Tanrım, Senin ne kadar çok eserlerin vardır.
Sen, ebediyetin hâkimi, senin isteklerin hep iyidir.
Tanrım en yaşamsın ve yaşam ancak sende görülür.

5. KÜLTLER

Eski Kemet dini özünde bir kült dinidir. Tapınma eylemi en önemli toplumsal olgulardan biridir ve mitoslar tapınma biçimlerine dayalı olarak yeniden ve yeniden yazılır. Çok sayıda tapınma metni, dua ve ayin betimlemesi Eski Krallıktan itibaren yazıya aktarıldığı için günümüze ulaşabilmiştir. Dolayısıyla, rahibin tapınaktaki günlük ayinde tanrıya nasıl tapındığını, cenaze törenlerini, kraliyet ayinlerini, özellikle de bayram-lardaki özel törenleri ayrıntılarıyla biliyoruz. İçinde drama kullanılan Usir misterlerini de önemli ölçüde bilmekteyiz. Eski Kemet’de av ve savaş da kültlerle başlatılır ve yönlendirilirdi. Bayramlardaki törenlerle birlikte bunları da yöneten mutlaka kraldı. Ancak kralın kült yönetme yetkilerini devrettiği rahipler de her zaman var olmuştu.
Kemet inançlarında ahlaki öğütlere pek rastlanmaz. Rahipler halkın ihtiyacı olan dinsel törenleri düzenlemekle uğraşırlarken onların ahlaki düzeylerini yükseltmekle genellikle meşgul olmazlardı. Kemet dini tüm zengin ögelerine rağmen, ahlaki bir öğreti içermediği veya ruhsal eğitimi içeren bir yaklaşımda bulunmadığı için kutsal bir kitaba da sahip değildir.
Kemetliler ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanırlardı, Bunu Usir'in yeniden doğması ve onun kişiliğinde simgelenen “kış” ve “bahar”ın sürekli birbirini izlemesine benzetirlerdi. İnsan beden ve ruhtan oluşuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Usir'in önünde günahlarını bağışlatsın ve saf olarak cennette kalabilsin. Kemet inançlarına göre, Usir insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eğer ölü insan bu ölçümde basarısız olursa aç, susuz ve güneşsiz olarak ebediyen mezarında kalırdı. Usir'in sınavlarından basarıyla geçebilmek için bazı yöntemler uygulanırdı, örneğin mezarlara yiyecek ve tanrıları sevindirecek tılsımlar konurdu. Ayrıca, balık, yılan, hamamböceği gibi hayvanlar rahipler tarafından kutsanarak ölüye yardımcı olurlardı. Ama en önemlisi, Ölüler Kitabı’nın satın alınıp mezara konmasıydı.

6. DİNSEL EDEBİYAT (PİRAMİT METİNLERİ, TABUT METİNLERİ, ÖLÜLER KİTABI)

Kemet’de Beşinci Hanedanın sonundan itibaren zengin bir dinsel edebiyat oluştu. Bu edebiyatın ürünleri tarih sırasıyla piramitlere, tabutlara ve papirüslere yazılı olarak bulunmuştur. Sakkara piramitleri açıldığında, Kemet dininin en eski kaynakları olarak bulunan piramit metinleri kraliyet cenaze törenlerini özdeyişlerle bezenmiş biçimde anlatır. Tabut metinleri memurların ve ailelerinin piramit metinlerini alıp bunları kendilerine uyarlamaları ve tabutlarına yazdırmaları ile oluşmuştur. Bu yazılar ilk kez tabutların üstünde resimlerle süslenmiştir.
Mısır dinsel edebiyatının en önemli bölümü olan Ölüler Kitabı ise Yeni Krallık ve geç dönemlerin genellikle papirüslere yazılmış ölüm özdeyişleridir. Çok kutsal sayılan ve bir yaşam ve inanç öğretisi de içeren Ölüler Kitabı’nın anlamını bilen kişi, son yargı günü her biri birer günahı simgeleyen kırk iki hâkimin karşısına korkmadan çıkabilir, savunma yapabilir, Usir’in önünde secde ettikten sonra ruhunu pisliklerden korur. Ruh hem bir kadının rahminden çıkarken, hem de yaşamı süresince kapıldığı tutkular yüzünden kirlenmiştir. Bu yüzden yargı gününde Tuti’nin önünde yanlışlarını itiraf etmeli ve kendini temize çıkarmalıdır.

Ölüler Kitabı’ndan Örnek Metinler

Usir’in yargılamasında okunan bir bölüm şöyledir:
Hiç kimseye kötülük etmedim.
Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim.
Gerçek Evi’nde alçaklık etmedim.
Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım.
Benim yüzümden kimse korku duymadı, yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı.
Tanrılar’ın kötü gördükleri şeyleri hiç bir zaman yapmadım.
Kölelere kötü muamele ettirmedim.
Kimseyi aç bırakmadım.
Kimseye gözyaşı döktürmedim.
Kimseyi öldürmedim.
Kimsenin kahpece öldürülmesini emretmedim.
Kimseye yalan söylemedim.
Hiçbir utandırıcı davranışta bulunmadım.
Zina etmedim.
Yiyecekleri pahalı ve eksik satmadım.
Terazinin dirhemi üzere hiç bir zaman elimi bastırmadım.
Teraziyle tartarken hiç bir zaman hile yapmadım.
Süt çocuklarının ağızlarından sütü uzaklaştırmadım.
Hayvanları çalmadım.
Tanrı’nın kuşlarını ağ kurup avlamadım.
Ölmüş balığı tutmadım.
Hiçbir arkın suyunu başka yöne çevirmedim.
Ben temizim, temizim, temizim.

Ani’nin Duası olarak anılan bölümde de ruh şöyle dua eder:

Kalbim, annem; kalbim annem! Beni vucuda getiren kalbim, Hüküm Günü’nde bana karşı duran olabilir mi? Başkanımın huzurunda bana karşı çıkan olabilir mi? Dengeyi Koruyan’ın Huzuru’nda benim bir parçam sana gelebilir mi? Senin sanatın, vucuduma yerleşmiş olan Ka, uzuvlarımı bir araya getirip, güçlendiren Tanrı’dır. Gittiğimiz Mutluluk Diyarı’na gidebilir misin? İnsan soyu’na yaşam koşullarını veren Şeniyu Görevlileri, Tanrı’nın huzuru’nda adımı lekeleyebilir, hakkımda yalanlar söyleyebilir mi? Ölçülü sözler’le (bizi memnun et ve bizi Dinleyen Tanrı’nın lutufkar olmasını sağla ve kalbimizi neşeli tut!) hatalı olanın, karşımda büyük Tanrı, Amentet Tanrısı’nın önüne geçmesine izin verme. Doğrusu, zafere ulaştığında çok yüce olacaksın.

Ölüler Kitabı metinleri sadece papirüslere değil, deri, kefen bezleri, mumya sargıları, mezar duvarları ve ostrakonlara da yazılırdı. Rahiplerin yazdıkları dua ve yöntemlerle, Usir'i sakinleştirecek ve hatta aldatacak önerilerle dolu olan Ölüler Kitabı örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çıkarılmıştır ve en eskileri M.Ö. 26. yüzyıla, piramitler dönemine aittir. Geç dönemlere ait işlek hiyeratik ve demotik yazı-larla yazılmış Ölüler Kitabı örnekleri de bulunmuştur.

7. MUMYALAMA (TAHNİT)

Krallar vadisi ile Deyrül-Bahrî arasında gizli bir dehlizde bulunan ve mezar soyguncularının elinden kurtarılarak 14 Temmuz 1881'de Luksor'dan gemiye bindirilen kırk firavun mumyasını taşıyan gemi, Kahire’ye doğru ilerlemekteydi. İlahiler okuyan kadınlar göğüslerini kumlarla ovalayıp, başlarına toprak atıyor, erkekler de havaya silah sıkıyorlardı. Nil kıyısındaki Müslüman köylüler, 3.000–3.500 yıl önce ülkelerini yöneten bu insanların hâlâ var olan bedenlerine saygı duymaktaydılar. Kemet insanına özgü bu “geçmişe saygı” bugün Kemet’ı gezenlerin de gözünden kaçmamaktadır.
“Mumya” sözcüğü Arapçadır. Doğada ham halde ya da karışımlar halinde bulunan katrana verilen addır. Eski Arap dünyasında mumya ilaç olarak da kullanılırdı. Ölünün bedenini salamura edercesine korumak için yapılan "Tahnit" işleminde katranın kullanılması, onu mumya ile eşanlamlı yapmıştır.
Kemet inançlarında, ölümden sonra bedenin bozulmadan kalması çok önemlidir. En korkulan şey cesetlerin çürümesiydi. Bu nedenle cesetlerin mumyalanması her Kemetli için çok önemliydi. Mumyalanamadan çürüyüp bozulan bir ceset durumuna düşmektense milyon kere ölmeye razıydılar. Çünkü yaşama döndüklerinde bedensiz kalacaklarına ve ruhlarının sonsuza dek kaybolacağına inanırlardı. Eski Kemet’in tüm yaşamında mumyalama son derece önemli bir sosyal olaydı ve cenaze sahibinin ekonomik düzeyine göre çeşitli kalitelerde mumyalama biçimleri görülürdü. Mumyalama ayrıca, insanların yanı sıra boğa, timsah, kedi gibi kutsanan hayvanlar için de yapılmaktaydı.

Mumyalama işlemi şöyle gerçekleştirilir:

· Mumyalamayı yapacak olan rahipler Çakal başlı tanrı Anpu’nun maskını takar.
· Cesedin tüm kılları tıraş edilir.
· Beden yıkanır.
· Burundan sokulan özel cerrahi aletlerle beyin parça parça çıkartılıp kafatasının içi boşaltılır.
· Gözler göz kapaklarına zarar vermeden çıkartılır.
· Gözbebeklerinin yerine porselen gözbebekleri konur, göz kapakları kapatılır.
· Ağız boşluğu, yağlı keten tamponlarla doldurulur.
· Bedenin sol tarafını açılır, iç organlar tamamen boşaltılır ve bunlar Kanopik denilen dört çömlek vazonun içine konur ve ilaçlanır.
· Boşalan karın kısmı ve kadınların göğüs içleri, hurma şarabı ve kokulu bitkilerle temizlendikten sonra, reçine, tarçın, soğan ve kokulu mir ile karıştırılmış ağaç talaşı ile doldurulur. Damarlara özel sıvılar enjekte edilir.
· İç organların konduğu dört vazoyu Hor’un gözü tılsımı korur. Kalp, Ölüler Kitabı’nda "gerçek kalbin seninle beraberdir" yazdığı için yerinde bırakılır.
· Açılan yerler dikildikten sonra beden, Kahire ya-kınlarındaki Net–Cerit vadisinde bulunan Natron tozu (sodyumkarbonat ve sodyumklorit yani tuz karışımı) içinde 40 veya 70 gün bekletilir. Böylece vücuttaki nem yok edilir, organik yapı antiseptik korumaya alınır.
· Ölüye makyaj yapılarak dudaklar, gözkapakları, tırnaklar, avuçlar ve ayak tabanları boyanır, burun delikleri tıkanır.
· Eller göğüste veya karın üzerinde birleştirilerek tüm beden özel bir zamk sürülmüş metrelerce uzunlukta keten şeritlere sarılır. Şeritlerin aralarına muskalar, çeşitli çiçekler konmuş, bedenin şeklinin bozulmaması için boşluklara tamponlar yerleştirilmiştir.
· İşlemler bitince, üzerinde dünyayı görmesi için göz resmi bulunan bir mask takılır ve cenaze yatağına yatırılarak tabutların yapımı beklenir.

8. BÜYÜ

Büyü Kemet dinsel yaşamının en temel parçalarından biriydi, nefes almak kadar doğal kabul ediliyordu. Büyücülük rahiplikle birleşmiş bir nitelikti ve tanrılarla iletişim kurabilen rahipler tapınma eyleminin bir parçası olarak büyü yapıyorlardı. Büyülerin kimi kötü yani kara büyü niteliğindeydi kimisi koruma büyüsü kimisi ise kara büyüleri bozmaya yarayan büyülerdi.
Günümüzdeki “kara büyü”nün tipik uygulaması Kemet’ten kalmadır. Yani büyü yapılmak istenen kişinin kendisine ait bir şey ele geçirilir ve bunun yardımıyla balmumundan yapılmış insan figürüne bakır şişler saplanırdı. İnsan figürü büyü yapılan kişiyi simgelerdi. Balmumu eriyince kişi ölürdü. Bundan korun-maya yarayan büyüler de vardı. Özellikle Kraliyet ailesi üyeleri ve soylular hastalandığı zaman –tıp konusunda oldukça ilerlemiş olsalar da– Kemetliler hastalığın bir kara büyü sonucu olduğuna karar verirlerdi. Kişi en iyi rahipler ve büyücüler tarafından yapılan ayinlerle kurtarılmaya çalışılırdı. Ancak bu kurtarma çalışması her zaman istenildiği gibi sonuçlanmazdı. Hatta tarihte birçok firavun'un çocuklarının ve eşlerinin büyü nedeniyle öldüğünden söz edilir. Büyünün ilk örneği Tanrılar arasında yaşanan savaşta görülmüştür. Set kardeşi Usir'i ondört parçaya bölünce Usir'in eşi İsis onu tekrar hayata getirmek için Amun'un gizli adını kullanarak bir büyü yapmıştır. Usir'in onüç parçası Kemet’in birçok yerinde bulunmuş ancak sadece cinsel organı bulunamamıştı. (Bunu timsah tanrı Sobek'in yediği söylenir.) Elinde onüç parça olmasına rağmen İsis Usir'i hayata döndürmüştür.