“BU DERLEMENİN NİYETİ”
Biz o ülkeyi Eski Mısır diye biliriz. Beş bin yıl öncesinde Nil boyunda var olmuş; üç bin yıl ve otuz bir hanedan boyunca yaşamış, her yönüyle büyük ve olağanüstü bir ülkedir Eski Mısır…
Piramitlerin gölgesindeki Mısır…
Büyük bilginin, büyük uygarlığın, firavunların ve çözülmez gizemlerin Mısır’ı…
Batı tarihinde iki kez “farkına varıldı” Mısır’ın. İlki, M.Ö. 6. yüzyılda, ikincisi M.S. 18. yüzyılda…
M.Ö. 525’deki Pers İstilasını izleyen dönemde Grek Tarihçileri Mısır'a girdiler. O sırada Mısır’da gördüklerini “doğru” tasvir ettikleri gibi, Mısır'ın kendilerinden önceki dönemine ait bilgileri de devşirdiler. Bu Yazıcılardan “Tarih” sözcüğü ilk kullanan Miletos’lu Hekataios Teb şehrindeki rahiplerden Antik Grek Tarihi’ni özetleyen Genealogie adlı kitabı ile Libya Tarihi’ni yazmak için bilgi toplamıştır. Herodotos, Greklerle Persler arasındaki savaşın tarihsel nedenlerini araştırırken Mısır'a gitmiş ve yapıtının 2. ve 3. kitaplarını Mısır'a ayırmıştır.
M.Ö. 332’de Büyük Alexandros'un Mısır'ı zaptından sonra Grek Tarihçileri için burası daha serbest bir çalışma alanı oldu. Özellikle Ptolemaios’lar döneminde devlet’in de önem verdiği Mısır tarihi üzerinde sistemli olarak çalışıldı. Bunların en önemlisi Mısır'lı rahip Manethon’un Manethon Tarihi olarak da adlandırılan Aegyptica yapıtıdır. Kitap bugüne ulaşmadı. Bu yapıttan ancak parça parça yararlanılmıştır. Günümüze dek ulaşan parçalar, Miladi 2. yüzyılda yaşayan Yahudi tarihçi Yasef'in kitabındaki bazı bilgilerle, diğer bazı yazarların özetlerinden oluşmaktadır. Bunlardan başka Sicilyalı Diodoros, Strabon, Plutarkhos gibilerinin incelemeleri de var…
Yani o zamanların bakış açısıyla “batı” da Mısır hakkında birçok bilgi var…
Batı’nın Mısır’ı yitirdiği on altı yüzyıllık sürecin ardından Cizvit Papazı Kircher ile Mısır’a yeniden baktı Avrupa… Kircher, Klasik Mısır'ın Koptça'da yaşadığını ortaya koymuştu. Bunun üzerine Jean François Champollion adlı dahi çocuk Kıpti dilini öğrendi. Buna bir de Arapça ile İbraniceyi kattı. (çünkü Mısırlılar artık Arapça konuşuyordu ve İncil Mısır tarihinden söz eden önemli kaynaklardan biriydi) Bu çalışmaların hakkını vermek için tüm bunlara Suriye dilini, Habeşçeyi ve Keldaniceyi ekledi. Artık ana sorunu olan hiyeroglifleri çözmek için yeterince donanımlıydı. Bu gelişme ve ardından gelen yoğun araştırmalar Napolyon'un 1798’deki Mısır Seferi’nden sonra gerçekleşti. Napolyon'un bir subayının Nil Deltası’nda bulduğu üzeri üç farklı yazıyla bezenmiş bir siyah bazalt taş (Batı’da Rosetta taşı, doğu’da “reşid taşı” olarak bilinir) “Description de l'egypte (Mısır Tasvirleri) adlı kitapta yayınlandı.
Reşid Taşı’nın üzerindeki üç yazı türünden biri olan Demotik üzerine, Akerblad ve Slyvester de Sacy, Hiyeroglif üzerine ise ünlü İngiliz Fizikçi ve Doktor Young, ardından da Champollion çalışmalarını sürdürdüler. Champollion 1822'de Hiyerogliflerin iki cümlesini söktü. Ardı çorap söküğü gibi geldi ve Champollion 1832 de bir Eski Mısır Grameri kitabı yazabildi. Ardından da bir sözlük hazırlama işine girişti. Bütün bu çalışmaların ardından da Arkeolojik faaliyetler mevcut bilgilerin daha sistemli hale getirilmesi çalışmalarını hızlandırdı. Papirüsler üzerindeki birçok kayıt okundu. Mısırlıların Matematik ve Geometri bilgisi Rhind, Moskova, Kahun ve Berlin Papirüslerinden, Tıp bilgisi de Ebers ve Edwin Smith Papirüslerinden okundu.
Bu papirüslerden anlaşıldığına göre, Mısırlılar yüzey ve hacim ölçme konusunda oldukça ileri bir düzeydeydi. Onluk Sayı Sistemi’ne dayanarak toplama prensibini kullanıyorlardı. Kesir Hesapları da Mısır aritmetiğinin en önemli bölümünü oluşturuyordu. Mısır'ın Geometrisi pratik örneklere göre derlenmekteydi. İspatsız olarak satıh ve hacım hesapları yapılmaktaydı. Aristoteles'e göre Matematik, Mısırlı rahiplerin tekelinde başlamıştı. Herodotos'a göre ise, Geometri Mısır'da arazi ölçüsü ihtiyacından doğmuştu. Mısırlılar’ın yamuğun alanını bilmeleri, üçgenin alanıyla ilgili olarak da tahmin edilenin üzerinde net bilgilere sahip oldukları hakkında bilgiler vardır.
Mısırlıların, trigonometri ve açı geometrisini bilmemelerine rağmen, Antik Çağ'da 3 olarak hesaplanan Pi Sayısı’nı Arkhimedes'e yakın bir biçimde 3.16 olarak hesaplamış olmaları bilimsel düzeyleri hakkında önemli veriler sağlamıştır. Moskova Papirüsü’ne göre ise, onların Thales'den çok önce Piramitleri hesapladıkları görülmektedir. Bundan başka Grekler Çekül'ü, güneş saatini ve su saatini de Mısırlılardan öğrenmişlerdir.
Batı Mısır’ı, bilim adamlarının çabaları sayesinde yeniden öğreniyordu. Dahası batıya ait bilinen birçok bilginin gerçek kaynağına da yeniden ulaşıyordu. Ama bu “bilgilenme” süreci bile batının oryantalist gözlüklerini kıramadı. Batı tüm bir doğuya bakarken taktığı oryantalist gözlükleri Mısır’ı görmek için de kullandı. Onca pozitif bilgiyi bir kenara koyup, piramitleri ve tapınakları, Nil’i ve su kanallarını mumya ketenleriyle sarıp sarmaladı. Tütsü dumanları eşliğinde okudu papirüsleri ve anlayabildikleri ile birlikte akıl erdiremediklerini de açıklamaya kalktı. Sözgelimi piramitleri önce –Kitabı Mukaddes yalan söylüyor değildi ya!– Yahudi kölelere, sonra da –gizemciler sağ olsun- uzaydan gelen bilinmez efendilere inşa ettirdi; piramitlerin muazzam ölçülerinde –dört işlem yardımı ile– dünyanın ölçülerini aradı. Edebiyat marifetiyle Tutankamun’un mezarına bir lanet yamadı; sinema marifetiyle önce İmhotep’in sonra daha bir sürü firavun ve devlet adamının mumyalarını diriltti. M.Ö. İkinci bin’de beyin ameliyatı yapılıyor oluşunu da, bir kadının hamile olup olmadığını ve doğacak çocuğun cinsiyetini veren testleri de ilkel saydığı Mısır insanına yakıştıramadı. Hep bir “bit yeniği” aradı bu bilgilerde ve Serapis Boğası’nın altında buzağı var mı diye baktı durdu. Kendi düşsel Mısır’ını yeniden ve yeniden kurdu, yeniden ve yeniden batırdı. Oysa Mısır düş değil, gerçekti…
Üç yüz yıldır, Arkeoloji, Tarih, Dilbilim, Kültürel ve Fiziki Antropoloji, Etnografya, Göstergebilim, Coğrafya ve Sanat Tarihi bu gerçek ülkenin sır sanılan bilgisini ardı ardına ifşa ediyorlar. Doğruyu yanlıştan, gerçeği efsane ve spekülasyondan ayırıyor ve tek tek sunuyorlar bilim dünyasına… Yaklaşık yüz yıldır, tüm bu sayılan bilim dallarının elde ettiği bilgileri toparlayıp yorumlayan Egyptology (Mısırbilim) diye bir ihtisas dalı bile var.
Bu derleme işte bu “gerçek Mısır” hakkında elimizde bulunan bilgilerin çok kısa bir özetini vermek amacındadır. Bunu yaparken de bilimsel verilerden şaşmamaya yeminlidir. Bir de “özgünlüğe” saygılı olmak niyetindedir. Sözgelimi “Mısır” denen ülkeye “Mısır” demeyecektir bu derleme; ülkenin gerçek adını kullanacaktır; yani Kemet’i…
Evet, eski Mısır, kendi halkının dilinde Kemet’tir. Anadolulu hemşerilerimiz Hititler öyle ya da böyle hep ilişki içinde bulundukları Kemet’e “Mizri” derlerdi, Yahudiler de “Mizraim”… Araplar Hitit ve Yahudi dillerinden aldılar bu adları ve “Mısr” haline dönüştürerek yüzyıllar boyunca kullandılar. Müslüman ülkeler bunu kullanır hâlâ. Hatta Kemet halkının biraz fazla Araplaşmış öz torunları olan günümüz Mısırlıları için de “Mısr”dır beş bin yıllık öz toprakları. Grekler “El Kıpt”tan değiştirip “Egypt” dediler ülkeye ve batı dillerinde Egypt’in varyantları kullanılır oldu. Ama bizim için Kemet, Kemet olacak.
Kemet adına gösterdiğimiz saygı ve onu “Mısr” ile “Egypt”e yeğ tutmamız, belirttiğimiz gibi, sadece özgünlüğe saygımızdandır ve bu saygıyı diğer adları yazarken de taşıyacağız. Yani, firavunun Grekçeleştirilmiş adı Amenofis’i değil, Kemetçesi Amunhotep’i, Tothmosis’i değil, Tutmose’yi, Osiris’i değil Usir’i kullanacağız ama yine de başımız Grekçeyle dertte olmaya devam edecek; özellikle de, Busiris, Hermopolis, Sfenks gibi, Kemetçeleri konusunda net bilgi sahibi olmadığımız ve mecburen Grekçeleriyle andığımız adlarda… Ne yapalım, Grekler tüm dünyadan daha önce farkına vardılar Kemet’in. Ondan yararlandılar, esinlendiler ve onunla hep bağlantılı oldular, mitolojilerinde bile… Bize Kemet’i ilk anlatan da Grekler olduğu için onların dilinden tanıdık oraları. Dolayısıyla Amunhotep’e Amenofis, Tutmose’ye Tothmosis, Usir’e Osiris dedikleri için Greklere kızmıyoruz, tam tersi, bilimsel düşünüşü yaydıkları için seviyoruz ve selamlıyoruz onları.
Biz o ülkeyi Eski Mısır diye biliriz. Beş bin yıl öncesinde Nil boyunda var olmuş; üç bin yıl ve otuz bir hanedan boyunca yaşamış, her yönüyle büyük ve olağanüstü bir ülkedir Eski Mısır…
Piramitlerin gölgesindeki Mısır…
Büyük bilginin, büyük uygarlığın, firavunların ve çözülmez gizemlerin Mısır’ı…
Batı tarihinde iki kez “farkına varıldı” Mısır’ın. İlki, M.Ö. 6. yüzyılda, ikincisi M.S. 18. yüzyılda…
M.Ö. 525’deki Pers İstilasını izleyen dönemde Grek Tarihçileri Mısır'a girdiler. O sırada Mısır’da gördüklerini “doğru” tasvir ettikleri gibi, Mısır'ın kendilerinden önceki dönemine ait bilgileri de devşirdiler. Bu Yazıcılardan “Tarih” sözcüğü ilk kullanan Miletos’lu Hekataios Teb şehrindeki rahiplerden Antik Grek Tarihi’ni özetleyen Genealogie adlı kitabı ile Libya Tarihi’ni yazmak için bilgi toplamıştır. Herodotos, Greklerle Persler arasındaki savaşın tarihsel nedenlerini araştırırken Mısır'a gitmiş ve yapıtının 2. ve 3. kitaplarını Mısır'a ayırmıştır.
M.Ö. 332’de Büyük Alexandros'un Mısır'ı zaptından sonra Grek Tarihçileri için burası daha serbest bir çalışma alanı oldu. Özellikle Ptolemaios’lar döneminde devlet’in de önem verdiği Mısır tarihi üzerinde sistemli olarak çalışıldı. Bunların en önemlisi Mısır'lı rahip Manethon’un Manethon Tarihi olarak da adlandırılan Aegyptica yapıtıdır. Kitap bugüne ulaşmadı. Bu yapıttan ancak parça parça yararlanılmıştır. Günümüze dek ulaşan parçalar, Miladi 2. yüzyılda yaşayan Yahudi tarihçi Yasef'in kitabındaki bazı bilgilerle, diğer bazı yazarların özetlerinden oluşmaktadır. Bunlardan başka Sicilyalı Diodoros, Strabon, Plutarkhos gibilerinin incelemeleri de var…
Yani o zamanların bakış açısıyla “batı” da Mısır hakkında birçok bilgi var…
Batı’nın Mısır’ı yitirdiği on altı yüzyıllık sürecin ardından Cizvit Papazı Kircher ile Mısır’a yeniden baktı Avrupa… Kircher, Klasik Mısır'ın Koptça'da yaşadığını ortaya koymuştu. Bunun üzerine Jean François Champollion adlı dahi çocuk Kıpti dilini öğrendi. Buna bir de Arapça ile İbraniceyi kattı. (çünkü Mısırlılar artık Arapça konuşuyordu ve İncil Mısır tarihinden söz eden önemli kaynaklardan biriydi) Bu çalışmaların hakkını vermek için tüm bunlara Suriye dilini, Habeşçeyi ve Keldaniceyi ekledi. Artık ana sorunu olan hiyeroglifleri çözmek için yeterince donanımlıydı. Bu gelişme ve ardından gelen yoğun araştırmalar Napolyon'un 1798’deki Mısır Seferi’nden sonra gerçekleşti. Napolyon'un bir subayının Nil Deltası’nda bulduğu üzeri üç farklı yazıyla bezenmiş bir siyah bazalt taş (Batı’da Rosetta taşı, doğu’da “reşid taşı” olarak bilinir) “Description de l'egypte (Mısır Tasvirleri) adlı kitapta yayınlandı.
Reşid Taşı’nın üzerindeki üç yazı türünden biri olan Demotik üzerine, Akerblad ve Slyvester de Sacy, Hiyeroglif üzerine ise ünlü İngiliz Fizikçi ve Doktor Young, ardından da Champollion çalışmalarını sürdürdüler. Champollion 1822'de Hiyerogliflerin iki cümlesini söktü. Ardı çorap söküğü gibi geldi ve Champollion 1832 de bir Eski Mısır Grameri kitabı yazabildi. Ardından da bir sözlük hazırlama işine girişti. Bütün bu çalışmaların ardından da Arkeolojik faaliyetler mevcut bilgilerin daha sistemli hale getirilmesi çalışmalarını hızlandırdı. Papirüsler üzerindeki birçok kayıt okundu. Mısırlıların Matematik ve Geometri bilgisi Rhind, Moskova, Kahun ve Berlin Papirüslerinden, Tıp bilgisi de Ebers ve Edwin Smith Papirüslerinden okundu.
Bu papirüslerden anlaşıldığına göre, Mısırlılar yüzey ve hacim ölçme konusunda oldukça ileri bir düzeydeydi. Onluk Sayı Sistemi’ne dayanarak toplama prensibini kullanıyorlardı. Kesir Hesapları da Mısır aritmetiğinin en önemli bölümünü oluşturuyordu. Mısır'ın Geometrisi pratik örneklere göre derlenmekteydi. İspatsız olarak satıh ve hacım hesapları yapılmaktaydı. Aristoteles'e göre Matematik, Mısırlı rahiplerin tekelinde başlamıştı. Herodotos'a göre ise, Geometri Mısır'da arazi ölçüsü ihtiyacından doğmuştu. Mısırlılar’ın yamuğun alanını bilmeleri, üçgenin alanıyla ilgili olarak da tahmin edilenin üzerinde net bilgilere sahip oldukları hakkında bilgiler vardır.
Mısırlıların, trigonometri ve açı geometrisini bilmemelerine rağmen, Antik Çağ'da 3 olarak hesaplanan Pi Sayısı’nı Arkhimedes'e yakın bir biçimde 3.16 olarak hesaplamış olmaları bilimsel düzeyleri hakkında önemli veriler sağlamıştır. Moskova Papirüsü’ne göre ise, onların Thales'den çok önce Piramitleri hesapladıkları görülmektedir. Bundan başka Grekler Çekül'ü, güneş saatini ve su saatini de Mısırlılardan öğrenmişlerdir.
Batı Mısır’ı, bilim adamlarının çabaları sayesinde yeniden öğreniyordu. Dahası batıya ait bilinen birçok bilginin gerçek kaynağına da yeniden ulaşıyordu. Ama bu “bilgilenme” süreci bile batının oryantalist gözlüklerini kıramadı. Batı tüm bir doğuya bakarken taktığı oryantalist gözlükleri Mısır’ı görmek için de kullandı. Onca pozitif bilgiyi bir kenara koyup, piramitleri ve tapınakları, Nil’i ve su kanallarını mumya ketenleriyle sarıp sarmaladı. Tütsü dumanları eşliğinde okudu papirüsleri ve anlayabildikleri ile birlikte akıl erdiremediklerini de açıklamaya kalktı. Sözgelimi piramitleri önce –Kitabı Mukaddes yalan söylüyor değildi ya!– Yahudi kölelere, sonra da –gizemciler sağ olsun- uzaydan gelen bilinmez efendilere inşa ettirdi; piramitlerin muazzam ölçülerinde –dört işlem yardımı ile– dünyanın ölçülerini aradı. Edebiyat marifetiyle Tutankamun’un mezarına bir lanet yamadı; sinema marifetiyle önce İmhotep’in sonra daha bir sürü firavun ve devlet adamının mumyalarını diriltti. M.Ö. İkinci bin’de beyin ameliyatı yapılıyor oluşunu da, bir kadının hamile olup olmadığını ve doğacak çocuğun cinsiyetini veren testleri de ilkel saydığı Mısır insanına yakıştıramadı. Hep bir “bit yeniği” aradı bu bilgilerde ve Serapis Boğası’nın altında buzağı var mı diye baktı durdu. Kendi düşsel Mısır’ını yeniden ve yeniden kurdu, yeniden ve yeniden batırdı. Oysa Mısır düş değil, gerçekti…
Üç yüz yıldır, Arkeoloji, Tarih, Dilbilim, Kültürel ve Fiziki Antropoloji, Etnografya, Göstergebilim, Coğrafya ve Sanat Tarihi bu gerçek ülkenin sır sanılan bilgisini ardı ardına ifşa ediyorlar. Doğruyu yanlıştan, gerçeği efsane ve spekülasyondan ayırıyor ve tek tek sunuyorlar bilim dünyasına… Yaklaşık yüz yıldır, tüm bu sayılan bilim dallarının elde ettiği bilgileri toparlayıp yorumlayan Egyptology (Mısırbilim) diye bir ihtisas dalı bile var.
Bu derleme işte bu “gerçek Mısır” hakkında elimizde bulunan bilgilerin çok kısa bir özetini vermek amacındadır. Bunu yaparken de bilimsel verilerden şaşmamaya yeminlidir. Bir de “özgünlüğe” saygılı olmak niyetindedir. Sözgelimi “Mısır” denen ülkeye “Mısır” demeyecektir bu derleme; ülkenin gerçek adını kullanacaktır; yani Kemet’i…
Evet, eski Mısır, kendi halkının dilinde Kemet’tir. Anadolulu hemşerilerimiz Hititler öyle ya da böyle hep ilişki içinde bulundukları Kemet’e “Mizri” derlerdi, Yahudiler de “Mizraim”… Araplar Hitit ve Yahudi dillerinden aldılar bu adları ve “Mısr” haline dönüştürerek yüzyıllar boyunca kullandılar. Müslüman ülkeler bunu kullanır hâlâ. Hatta Kemet halkının biraz fazla Araplaşmış öz torunları olan günümüz Mısırlıları için de “Mısr”dır beş bin yıllık öz toprakları. Grekler “El Kıpt”tan değiştirip “Egypt” dediler ülkeye ve batı dillerinde Egypt’in varyantları kullanılır oldu. Ama bizim için Kemet, Kemet olacak.
Kemet adına gösterdiğimiz saygı ve onu “Mısr” ile “Egypt”e yeğ tutmamız, belirttiğimiz gibi, sadece özgünlüğe saygımızdandır ve bu saygıyı diğer adları yazarken de taşıyacağız. Yani, firavunun Grekçeleştirilmiş adı Amenofis’i değil, Kemetçesi Amunhotep’i, Tothmosis’i değil, Tutmose’yi, Osiris’i değil Usir’i kullanacağız ama yine de başımız Grekçeyle dertte olmaya devam edecek; özellikle de, Busiris, Hermopolis, Sfenks gibi, Kemetçeleri konusunda net bilgi sahibi olmadığımız ve mecburen Grekçeleriyle andığımız adlarda… Ne yapalım, Grekler tüm dünyadan daha önce farkına vardılar Kemet’in. Ondan yararlandılar, esinlendiler ve onunla hep bağlantılı oldular, mitolojilerinde bile… Bize Kemet’i ilk anlatan da Grekler olduğu için onların dilinden tanıdık oraları. Dolayısıyla Amunhotep’e Amenofis, Tutmose’ye Tothmosis, Usir’e Osiris dedikleri için Greklere kızmıyoruz, tam tersi, bilimsel düşünüşü yaydıkları için seviyoruz ve selamlıyoruz onları.