1. TAPINAKLAR

.jpg)
Yukarıdan aşağıya sırasıyla: Deyr-ül Bahri, Edfu, Kom Ombo ve Ebu Sümbül (Abu Simbel) bölgelerideki tapınaklar.
.
Kemet’de yapılmış çoğu tapınak bugün de varlığını sürdürmektedir. Diğerlerinin ise farklı şekillerde harabe ve kalıntıları mevcuttur. Çok az bir kısmı ise tamamen kaybolmuştur. Firavunlardan özellikle Ramses II birçok tapınak yaptırmasıyla belirginleşir. Ebu Simbel, Abtu, Bahariye Vahasındaki Ayn El Müftelâ, Eski Teb şehrindeki Karnak, Luksor, Beni Hasan’daki El Şurruk, Edfu, Kom Ombo, Medinet Habu, Deyrülbahri’deki Hatşepsut, Ramesseum, Filae, Dendera bölgelerinde her biri çeşitli tanrılara adanmış çok sayıda tapınak vardır. Her biri Nil boyunda kurulmuş olan tapınakların en önemli ortak niteliği “Nil şeklinde” inşa edilmiş olmalarıdır. Kuzeyden Güneye doğru uzanan tapınaklar güneye (yani Nil’in kaynağına / en kutsal yere) yaklaştıkça birer basamak yükselir. Uzun koridorların her iki yanında papirüs başlıklı uzun ve lotus başlıklı daha kısa sütunlar vardır. Tapınaklar en güneyde, Nil’in gizemli kaynağını simgeleyen (yalnızca başrahip, tanrının oğlu ve yaşayan tanrı olan firavunun girebildiği) en kutsal yerle biter.
Tapınaklardan modern Luksor (eski Nesut–Tovi, daha çok Grekçe adı olan Thebes/Thebai/Teb diye bilinir) kentinde bulunan ikisi özellikle önemlidir.
1.a. KARNAK AMUN TAPINAĞI
.jpg)
.jpg)
Dünya tarihinde inşa edilmiş en büyük ve en dikkate değer dini yapılar topluluğu olan Amun Tapınağı, Güney Mısır’da, Nil boyunda, günümüz Luksor kenti yakınlarındaki Karnak mevkiindedir. Amun rahiplerinin her gün “Cennetin en büyüğü, Dünyanın en eskisi” diye ilahiler okuyarak kutsadığı Teb kenti, Amun inancının merkezidir.
Toplam 300 dönüm alana yayılmış olan, onbirinci Hanedan döneminde başlatılan, onsekizinci ve yirminci hanedanlar döne-minde tamamlanan yapıların çekirdeği olan Amun Tapınağına iki yanında koçbaşlı Sfenkslerin bulunduğu caddeden girilir. Üzerinde yazıt ve desen bulunmayan 113 m. genişliğinde ve 15 m. kalınlığındaki büyük Birinci pilondan sonra yüksek duvar ve sütunlarla çevrilmiş sağlı sollu koçbaşlıklı Sfenkslerin sıralandığı büyük salona gelinir. Sol yanda Seti II tapınağı, Amon, Mut ve Kons için yapılmış üç küçük şapel ve sağda üç yanı sütunlar ile çevrili avlusu bulunan Ramses III Tapınağı yer alır. Ortada yirmibeşinci Hanedanın Nübye kökenli firavunlarından Taharka-'ya ait köşk bulunur.
Avluya bitişik olan ve onsekizinci hanedan firavunlarından Horemheb'in inşa ettirdigi ikinci pilon duvarından gecilerek büyük hole girilir. Buranın yapımını Amunhotep III başlatmış, Seti I devam ettirmiş ve Ramses II tamamlatmıştır. Altı dönümlük alana yayılmış 15 ve 23 m. yükseklikte 134 sütunun oluşturduğu büyük hol vardır. 3. pilon’u Amunhotep III, 4. pilonu Tutmose I yaptırmıştır. 4. pilon önünde Tutmose'e I ve Tutmose III’e ait dikili taşlardan yüksekliği 28 m. ağırlığı 143 ton olan birincisi günümüzde de ayaktadır. Diğerinin parçalarıysa avluda yatmaktadır. Buradan itibaren Amun'a ait kutsal dar ve küçük mekânlar ardarda dizilirken, sağ tarafta güney yönündeki aksta Tutmosis III ve Hatşepsut'un yaptırdığı pilonlar ve anıtsal heykeller ile kutsal göl ve “nilometre” yer alır. (Nilometre Nil’in taşma miktarını saptamak için icat edilen düzenektir. Bu sistem Nil kıyısında kurulmuş olan tarlaların sahiplerinden alınacak vergi miktarını belirlemekte kullanılıyordu.)
4. pilonun arkasından Tutmose III’ün yaptırdığı 14 sütunlu küçük hol ve Kraliçe Hatşepsut'a ait iki dikilitaştan birisi durmaktadır. Bu dikilitaş 29.56 m. yüksekliğinde, 200 ton ağırlığındadır. 5. pilon Tutmose I, 6. pilon ise Tutmose II tarafından yaptırılmıştır. Tapınağın sonunda bulunan en ilginç bölüm, Tutmose III’ün yaptırdığı büyük festival tapınağıdır. Botanik ve hayvanat bahçesi olarak bilinen bu bölümde, firavunun Suriye seferinden dönerken getirdiği hayvan ve bitkiler bulunuyordu. Bu bölümün duvarlarına bunlara ait çok güzel kabartmalar işlenmiştir. Tamamı kesme taştan inşa edi-len ve 2000 yıl boyunca cesitli firavunlar tarafından yapılan eklemelerle geliştirilen Amun kompleksi, duvarlarında işlenmiş bulunan çok önemli yazı ve tasvirler nedeniyle de dünyanın en büyük ve en eski arşivlerinden biri durumundadır.
1.b. LUKSOR AMUN–RA TAPINAĞI
Tapınaklardan modern Luksor (eski Nesut–Tovi, daha çok Grekçe adı olan Thebes/Thebai/Teb diye bilinir) kentinde bulunan ikisi özellikle önemlidir.
1.a. KARNAK AMUN TAPINAĞI
.jpg)
.jpg)
.jpg)
Toplam 300 dönüm alana yayılmış olan, onbirinci Hanedan döneminde başlatılan, onsekizinci ve yirminci hanedanlar döne-minde tamamlanan yapıların çekirdeği olan Amun Tapınağına iki yanında koçbaşlı Sfenkslerin bulunduğu caddeden girilir. Üzerinde yazıt ve desen bulunmayan 113 m. genişliğinde ve 15 m. kalınlığındaki büyük Birinci pilondan sonra yüksek duvar ve sütunlarla çevrilmiş sağlı sollu koçbaşlıklı Sfenkslerin sıralandığı büyük salona gelinir. Sol yanda Seti II tapınağı, Amon, Mut ve Kons için yapılmış üç küçük şapel ve sağda üç yanı sütunlar ile çevrili avlusu bulunan Ramses III Tapınağı yer alır. Ortada yirmibeşinci Hanedanın Nübye kökenli firavunlarından Taharka-'ya ait köşk bulunur.
Avluya bitişik olan ve onsekizinci hanedan firavunlarından Horemheb'in inşa ettirdigi ikinci pilon duvarından gecilerek büyük hole girilir. Buranın yapımını Amunhotep III başlatmış, Seti I devam ettirmiş ve Ramses II tamamlatmıştır. Altı dönümlük alana yayılmış 15 ve 23 m. yükseklikte 134 sütunun oluşturduğu büyük hol vardır. 3. pilon’u Amunhotep III, 4. pilonu Tutmose I yaptırmıştır. 4. pilon önünde Tutmose'e I ve Tutmose III’e ait dikili taşlardan yüksekliği 28 m. ağırlığı 143 ton olan birincisi günümüzde de ayaktadır. Diğerinin parçalarıysa avluda yatmaktadır. Buradan itibaren Amun'a ait kutsal dar ve küçük mekânlar ardarda dizilirken, sağ tarafta güney yönündeki aksta Tutmosis III ve Hatşepsut'un yaptırdığı pilonlar ve anıtsal heykeller ile kutsal göl ve “nilometre” yer alır. (Nilometre Nil’in taşma miktarını saptamak için icat edilen düzenektir. Bu sistem Nil kıyısında kurulmuş olan tarlaların sahiplerinden alınacak vergi miktarını belirlemekte kullanılıyordu.)
4. pilonun arkasından Tutmose III’ün yaptırdığı 14 sütunlu küçük hol ve Kraliçe Hatşepsut'a ait iki dikilitaştan birisi durmaktadır. Bu dikilitaş 29.56 m. yüksekliğinde, 200 ton ağırlığındadır. 5. pilon Tutmose I, 6. pilon ise Tutmose II tarafından yaptırılmıştır. Tapınağın sonunda bulunan en ilginç bölüm, Tutmose III’ün yaptırdığı büyük festival tapınağıdır. Botanik ve hayvanat bahçesi olarak bilinen bu bölümde, firavunun Suriye seferinden dönerken getirdiği hayvan ve bitkiler bulunuyordu. Bu bölümün duvarlarına bunlara ait çok güzel kabartmalar işlenmiştir. Tamamı kesme taştan inşa edi-len ve 2000 yıl boyunca cesitli firavunlar tarafından yapılan eklemelerle geliştirilen Amun kompleksi, duvarlarında işlenmiş bulunan çok önemli yazı ve tasvirler nedeniyle de dünyanın en büyük ve en eski arşivlerinden biri durumundadır.
1.b. LUKSOR AMUN–RA TAPINAĞI


Karnak’daki Amun Tapınağı yakınında, günümüz Luksor kent merkezi civarında bulunan ve görkemli Kemet mimarlığının Nil kıyısındaki en zarif örneklerinden biri olan Luksor tapınağı, M.Ö. 15. yüzyılda, Yeni Krallık döneminin dokuzuncu firavunu olan Amunhotep III tarafindan, Amun-Ra adına inşa ettirildi. Daha sonraları Tutankamun, Ramses II, Büyük İskender ve Roma tarafından yapılan çesitli ekleme ve yapılarla günümüze kadar geldi.
Tapınağa 24 m. yükseklikteki pilondan girilir. Pilon cephesinde dördü tahtta oturan, ikisi ayakta duran altı büyük Ramses heykeli bulunur. Girişin sağında ve solunda yer alan oturan Ramses heykellerinin ardındaki pilonun cephesi boydan boya Ramses II’nin zaferlerine ait tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Pilon'dan büyük avluya girilir. Burası Kapalı Lotus başlıklı sütünlar ve aralarında yeralan Usir heykelleri ile çevrilidir. Avlu girisinin sağında, orta krallıktan kalma özgün ve küçük Teb üçlüsü tapınağı ile sol yanda ve yukarıda yerel bir şeyh tarafından 13. yüzyılda inşa ettirilen Ebu’l Haccac Camii yer alır. Avludan sonra güney yönünde sapma yaparak koridor şeklinde uzanan açılmis papirüs başlıklı 52 m. yüksekliğinde ondört dev sütün çift sıra halinde ikinci büyük avluya ulaşır. Amunhotep III’e ait olan bu sütünların üzerine, Tel Amarna'daki tek tanrıcı Aton kültünü terkederek Teb' e gelen ve yeniden Amon inancını kabul eden Tutankamon tarafından bu dönüşümü kutlamak için süslemeler yaptırılmıştır.
Buradan hole girilir. Otuziki sütünlu olan bu ilginç bölümden sonra Kons, Mut ve Adak şapeli, yuvarlak kemerli, freksli, nişli, iki yanında klasik Roma sütün başlıklı girişi olan Roma kutsal mekânı, doğum odası, Amonhotep III ve Büyük İskender'e ait dar ve karanlık kutsal mekânlar bulunur. Her yıl Ağustos ayı sonlarında onbeş gün süreyle kutlanan Opet Festivali nedeniyle Karnak Tapınağından törenlerle getirilen Amun–Ra Teknesi bu mekânda bir süre bekletilirdi.
2. PİRAMİTLER, MASTABALAR VE MEZARLAR
Piramit (Pyramide) sözcüğü, Grekçede “ateş” anlamına gelen “pyro” ile “merkezde” anlamına gelen “amide” sözcüklerinden oluşur. Bu durumda anlamı “merkezdeki ateş” oluyor. Grekçe’dan Latince’ye, oradan da tüm batı dillerine geçmiş olan Piramit sözcüğü bilindiği gibi konik-prizmatik biçimdeki yapı ve nesneleri deyimler. Orta ve Güney Amerika, Mezopotamya ve Yunanistan’da bulunan piramit biçimli anıtsal yapıların en tanınmış olanları kuşkusuz Kemet (günümüzde Mısır) topraklarındadır.
Tapınağa 24 m. yükseklikteki pilondan girilir. Pilon cephesinde dördü tahtta oturan, ikisi ayakta duran altı büyük Ramses heykeli bulunur. Girişin sağında ve solunda yer alan oturan Ramses heykellerinin ardındaki pilonun cephesi boydan boya Ramses II’nin zaferlerine ait tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Pilon'dan büyük avluya girilir. Burası Kapalı Lotus başlıklı sütünlar ve aralarında yeralan Usir heykelleri ile çevrilidir. Avlu girisinin sağında, orta krallıktan kalma özgün ve küçük Teb üçlüsü tapınağı ile sol yanda ve yukarıda yerel bir şeyh tarafından 13. yüzyılda inşa ettirilen Ebu’l Haccac Camii yer alır. Avludan sonra güney yönünde sapma yaparak koridor şeklinde uzanan açılmis papirüs başlıklı 52 m. yüksekliğinde ondört dev sütün çift sıra halinde ikinci büyük avluya ulaşır. Amunhotep III’e ait olan bu sütünların üzerine, Tel Amarna'daki tek tanrıcı Aton kültünü terkederek Teb' e gelen ve yeniden Amon inancını kabul eden Tutankamon tarafından bu dönüşümü kutlamak için süslemeler yaptırılmıştır.
Buradan hole girilir. Otuziki sütünlu olan bu ilginç bölümden sonra Kons, Mut ve Adak şapeli, yuvarlak kemerli, freksli, nişli, iki yanında klasik Roma sütün başlıklı girişi olan Roma kutsal mekânı, doğum odası, Amonhotep III ve Büyük İskender'e ait dar ve karanlık kutsal mekânlar bulunur. Her yıl Ağustos ayı sonlarında onbeş gün süreyle kutlanan Opet Festivali nedeniyle Karnak Tapınağından törenlerle getirilen Amun–Ra Teknesi bu mekânda bir süre bekletilirdi.
2. PİRAMİTLER, MASTABALAR VE MEZARLAR
Piramit (Pyramide) sözcüğü, Grekçede “ateş” anlamına gelen “pyro” ile “merkezde” anlamına gelen “amide” sözcüklerinden oluşur. Bu durumda anlamı “merkezdeki ateş” oluyor. Grekçe’dan Latince’ye, oradan da tüm batı dillerine geçmiş olan Piramit sözcüğü bilindiği gibi konik-prizmatik biçimdeki yapı ve nesneleri deyimler. Orta ve Güney Amerika, Mezopotamya ve Yunanistan’da bulunan piramit biçimli anıtsal yapıların en tanınmış olanları kuşkusuz Kemet (günümüzde Mısır) topraklarındadır.

Üstte Krallar Vadisi'ndeki Kral Mezarları, altta bir mastaba
Nil ırmağının batı kıyısı boyunca yaklaşık 90 adet piramit yer alır. Bunların Eski ve Orta Krallık döneminde yapılmış olmaları ile Kemetlilerin Güneş tanrısı Ra’ya tapınmaya ve ölülerini mumyalamaya başlamaları arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır. Kemetliler, ölen bir kişinin bedenini koruyarak, ona yiyecek ve içecek sunarak ölümden sonra yaşamasını sağlayabile-ceklerine inanırlardı. Bu nedenle ölülerini, öbür dünyada ihtiyaç duyacakları eşyalarla birlikte gömerler, mezar duvarlarına çizdikleri resimler ve yazdıkları yazılarla ölülere karşılaşabilecekleri tehlikelerden korunma yollarını gösterirlerdi. Kemet’deki en bilinen mezar biçimi piramitlerdir. Ancak gerek soylular, gerekse sıradan insanlar için kullanılan çok çeşitli mezarlar vardır.
Eski Krallık’ta İkinci Hanedan döneminin sonuna kadar (yaklaşık M.Ö. 1650) krallar ve soylular mastaba denen mezarlara gömülürlerdi. Mastabalar, dikdörtgen biçimli, yan duvarları içeriye doğru eğimli ve üst yüzeyi düz olan; daha çok üstü kesik bir piramide benzeyen anıtmezarlardı.
Eski Krallık’ta İkinci Hanedan döneminin sonuna kadar (yaklaşık M.Ö. 1650) krallar ve soylular mastaba denen mezarlara gömülürlerdi. Mastabalar, dikdörtgen biçimli, yan duvarları içeriye doğru eğimli ve üst yüzeyi düz olan; daha çok üstü kesik bir piramide benzeyen anıtmezarlardı.


.
Üçüncü hanedan döneminde (M.Ö. 2650–2575) kral mezarlarında taş kullanılmaya başlandı. İlk piramit, bu dönemde, Kahire'nin yakınındaki Sakkara’da (daha sonraki dönemlerde tanrılaştırılacak olan) ünlü mimar ve devlet adamı İmhotep tarafından yapıldı. Kral Zoser için tasarlanan ve üst üste konmuş altı mastabadan oluşan bu anıtmezara Basamaklı Piramit denir.
Bu ünlü İmhoteb'den söz ederken, onun “sinema serüvenine” de değinmek gerek. ABD’li yapımcı Karl Laemme Jr.’ın 1932’de beyazperdeye taşıdığı “aşkı yüzünden dirilen mumya” öyküsü The Mummy’de kahramanımız İmhoteb’dir. Fakat o bu filmde Kemet’in devlet, din ve hukuk sistemini yöneten, piramit mezar biçimini icad eden ve firavun Zoser için ünlü basamaklı piramidi inşa eden bilge değil, firavunun karısına duyduğu aşk uğruna kara büyülere dalan ve firavun tarafından ölmeden gömülmeye mahkûm edilen bir vezirdir. 1900’lü yıllarda mezarı bulunur ve acemi bir arkeolog tarafından dünyaya döndürülür. Bu film o denli popüler oldu ki, çok sayıda devamı çekildi ve İmhoteb birçok kez perdede yer aldı. Bu filmlerden ikisi, iki süper prodüksiyon olarak 2000’li yıllarda çekilmiştir.
.jpg)
En önemli piramitler, bilindiği gibi, Kahire’nin güneyinde, Giza’da bulunan üç piramittir. Giriş bölümünde de söz ettiğimiz spekülasyonların en önemlilerinden birine konu olan bu piramitler Dördüncü Hanedan dönemine (M.Ö. 2575–2468) aittir. En büyüğünü Firavun Kufu yaptırmıştır. Kufu (Grekçe adı ile Keops) Piramidi’nin taban kenarları yaklaşık 230 metre ve yüksekliği 146 metredir. Ama dış kaplaması aşındığı için bugün yüksekliği 9 metre daha düşüktür. Kayalık bir zemine oturan piramidin dış bölümü kireç taşı ve granittendir. Tüm yapıda her biri ortalama 2,75 ton ağırlığında toplam 2,3 milyon taş blok kullanılmıştır.
Kufu’nun ardından Kafre (Grekçesi Kefren) ve Menkaure (Grekçesi Mikerinos) tarafından yaptırılan diğer ünlü iki piramit, ilkine göre daha küçüktür. Her üç piramit de yağmalanmış oldukları için içlerindeki eşyaların çoğu kaybolmuştur.
Günümüzden yaklaşık 4.500 yıl önce Kemetliler tarafından insan emeği ve bilgisiyle inşa edilmiş bu piramitlerin görkemi bin yıllar boyunca göreni hayrete düşürdü. Bu yüzden de bu üç dev insan yapısı, gizemci dedikodulara konu olmaktan kurtulamadı. Kimler nasıl inşa etmişti bunları? Nasıl bir güce, yete-neğe ve bilgiye sahiptiler? Bütün bu sorular tarih boyunca yanıtlanmaya çalışıldı. Mistikler, piramitlerin yapılışına Kutsal kitaplardan gerekçe, iz ve neden aradılar. Kutsal kitaplar Kemet hakkında birçok bilgi veriyordu. Bilgiler şu minvaldeydi: Yahudiler Yusuf Peygamber döneminde Kemet’e gelmişler, yüzyıllar boyunca burada yaşamışlar ve süreç içinde Kemetlilerin kölesi haline gelmişler, sonunda, Musa Peygamber önderliğinde Kemet’den çıkıp “vaat edilmiş topraklar”a gitmişlerdi. Piramitleri yapanlar da olsa olsa, yaklaşık 400 yıl boyunca Kemetlilere kölelik eden bu Yahudilerdi… Bu görüş din çevrelerinden de destek görünce bir bilimsel doğru gibi kabul edildi, edebiyat ve sinema tarafından da bolca işlendi. Kemetli askerlerin salladığı kırbaçların altında büyük taş kütleleri sürükleyen zavallı Yahudilerin görüntüsü gözlerimizin önündedir.
Ancak gizemcilik Yahudi kölelerle yetinmedi. Yeni moda, piramiti yapmak için gerekli olan tonlarca ağırlıktaki yüzbinlerce taşın kilometrelerce uzaklıktaki taş madenlerinden getirilmesi ve metrelerce yükseklikteki yerlerine kadar taşınmasındaki güçlükten söz etmekti. Bu iddianın sahiplerine göre, bunu başarabilmek için yüzyıllar boyunca milyonlarca işçinin yaşam boyu çalışması gerekirdi. Kemet nüfusunun birkaç milyon kişiden ibaret olduğu o çağda, elde modern bilim gibi bir araç da olmadan bunun başarılması olanaksızdı. Öyleyse piramitleri kim inşa etti? Cevap elbette ki “uzaylılar”dı. Uzaylılar gelmişler, Kemetlilere dünya dışı bir bilim öğretmişler, onlara büyük piramiti armağan etmişler (ya da inşa etmeyi öğretmişler) ve gitmişlerdi. Unutulmamalıydı ki, piramit kimin adıyla yapıldıysa, onun mumyasının bulunduğu odaya, yılda iki kez güneş girmekteydi: doğduğu gün, tahta geçtiği gün… Giza'daki üç piramit aralarinda bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdi; Büyük piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil ediyordu; Büyük Piramit'in tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde ediliyordu; Piramit dev bir güneş saatiydi. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösteriyordu. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşitti. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu hatasız olarak saptanabiliyordu ve daha bunlar gibi bir sürü anlaşılamaz ayrıntılar vardı.
Sayısız kitap, dergi, gazete ve filmde işlenen bu görüş çok ciddi sayıda alıcı buldu ve yüz milyonlarca dolarlık bir pazar oluşturdu. Önce kutsal anlatı yanlılarının, sonra da “Uzaycıların” yarattığı gizemci dedikoduların yalan ve yanlış olduğunun kanıtlanması ve “sır”ların çözülmesi için arkeoloji biliminin biraz daha çalışması gerekiyordu. Nihayet bu oldu. 1990’ların başında Mısırlı Arkeolog Dr. Zahi Havas’ın Chicago Üniversitesinden Dr. Mark Lehner’le birlikte Giza’da yapmaya başladığı kazılar, “olanaksız” sanılanın hiç de olanaksız olmadığını kanıtladı.
Öncelikle, piramidin yapımında kullanılan kireçtaşı blokları, öyle yüzlerce kilometre uzaktan getirilmemişti. Kireçtaşı madeni Giza platosunda, Piramitlerin yanıbaşındaydı. Uzaktan getirilenler sadece üç büyük yekpare granit bloktu. Bunlar Assuan’daki granit madeninden çıkarılmış ve Nil üzerinden gemilerle Giza’ya taşınarak Mezar Odası’nda kullanılmıştı. Madende ustalar tarafından kabaca yontulan kireçtaşı bloklar, silindirler üzerinde bir kilometre kadar çekilerek piramidin yanına ulaştırılır, piramit inşaatının çevresini dolaşan geniş rampalarda, yine silindirler üzerinde taşınır ve yerine yerleştirilirdi. Bulunan belgelerden anlaşılan odur ki, bu kireçtaşı blokları ağaç silindirler üzerinde sürüklemek için de binlerce kişiye değil, rampanın eğimine göre, sadece 100 ilâ 200 kişiye ihtiyaç vardı. Bu kişilerin yanında yöresinde de eli kırbaçlı askerler değil, rampanın kumtaşı zeminini ıslatarak daha kaygan olmasını sağlayan işçilerle, çalışanlara su taşıyan sakalar vardı. Bilim adamları yazılanları okumakla yetinmediler ve yeniden canlandırma yöntemiyle bu anlatılanların mümkün olup olmadığını denetlediler. Evet, oluyordu. 200 kişi 2,5 ton ağırlığındaki bir kireçtaşı blokunu, kumtaşı bir rampada, ağaç silindirler üzerinde gayet hızlı bir biçimde kaydırabiliyordu.
Giza platosunda yapılan kazılar sırasıyla 250 adet geniş mezarı, daha küçük mezarlardan oluşan çok geniş bir mezarlığı, ekmek fırınlarını ve sonunda binlerce evden oluşan bir kenti ortaya çıkardı. Geçici bir süre için inşa edilen ve sonra terk edilen bu kentte piramitleri yapan işçiler yaşamıştı ve bunlar köle ya da uzaylı değildi. Bunlar maaşlı işçilerdi, piramit inşaatında çalışıyorlar, aileleri ile birlikte bir lojman şehirde yaşıyorlardı. Hangi taşları nereden, nasıl getirdikleri ve ne şekilde, nereye koydukları belliydi. Belgelerde Kemet’in neresinden geldikleri, kim oldukları, aileleri, kaç yıl çalıştıkları ve aldıkları maaş yazılıydı. Adlarını boyalarla taşların üzerine yazarlardı. Bu yazılar bugün de okunabilmektedir.
Beşinci ve Altıncı Hanedan kralları da (M.Ö. 2465–2150) Giza ve Abu Şir’de birçok piramit yaptırmışlardı. On birinci ve On ikinci Hanedan krallarının (M.Ö. 2130–1756) piramitleri daha çok Dahşur, Havara ve el-Lahun’da bulunmuştur. Bu dönemden sonra, soylulara mezar olarak kullanılan piramitlerin yapımına son verildi. Kemetliler krallarını, 18. hanedan döneminde (M.Ö. 1540–1292) başkent olan Teb yakınlarındaki Krallar Vadisi’nde kayalara oyulmuş mezar odalarına gömmeye başladılar.
3. SFENKS
.JPG)
.jpg)
Kufu’nun ardından Kafre (Grekçesi Kefren) ve Menkaure (Grekçesi Mikerinos) tarafından yaptırılan diğer ünlü iki piramit, ilkine göre daha küçüktür. Her üç piramit de yağmalanmış oldukları için içlerindeki eşyaların çoğu kaybolmuştur.
Günümüzden yaklaşık 4.500 yıl önce Kemetliler tarafından insan emeği ve bilgisiyle inşa edilmiş bu piramitlerin görkemi bin yıllar boyunca göreni hayrete düşürdü. Bu yüzden de bu üç dev insan yapısı, gizemci dedikodulara konu olmaktan kurtulamadı. Kimler nasıl inşa etmişti bunları? Nasıl bir güce, yete-neğe ve bilgiye sahiptiler? Bütün bu sorular tarih boyunca yanıtlanmaya çalışıldı. Mistikler, piramitlerin yapılışına Kutsal kitaplardan gerekçe, iz ve neden aradılar. Kutsal kitaplar Kemet hakkında birçok bilgi veriyordu. Bilgiler şu minvaldeydi: Yahudiler Yusuf Peygamber döneminde Kemet’e gelmişler, yüzyıllar boyunca burada yaşamışlar ve süreç içinde Kemetlilerin kölesi haline gelmişler, sonunda, Musa Peygamber önderliğinde Kemet’den çıkıp “vaat edilmiş topraklar”a gitmişlerdi. Piramitleri yapanlar da olsa olsa, yaklaşık 400 yıl boyunca Kemetlilere kölelik eden bu Yahudilerdi… Bu görüş din çevrelerinden de destek görünce bir bilimsel doğru gibi kabul edildi, edebiyat ve sinema tarafından da bolca işlendi. Kemetli askerlerin salladığı kırbaçların altında büyük taş kütleleri sürükleyen zavallı Yahudilerin görüntüsü gözlerimizin önündedir.
Ancak gizemcilik Yahudi kölelerle yetinmedi. Yeni moda, piramiti yapmak için gerekli olan tonlarca ağırlıktaki yüzbinlerce taşın kilometrelerce uzaklıktaki taş madenlerinden getirilmesi ve metrelerce yükseklikteki yerlerine kadar taşınmasındaki güçlükten söz etmekti. Bu iddianın sahiplerine göre, bunu başarabilmek için yüzyıllar boyunca milyonlarca işçinin yaşam boyu çalışması gerekirdi. Kemet nüfusunun birkaç milyon kişiden ibaret olduğu o çağda, elde modern bilim gibi bir araç da olmadan bunun başarılması olanaksızdı. Öyleyse piramitleri kim inşa etti? Cevap elbette ki “uzaylılar”dı. Uzaylılar gelmişler, Kemetlilere dünya dışı bir bilim öğretmişler, onlara büyük piramiti armağan etmişler (ya da inşa etmeyi öğretmişler) ve gitmişlerdi. Unutulmamalıydı ki, piramit kimin adıyla yapıldıysa, onun mumyasının bulunduğu odaya, yılda iki kez güneş girmekteydi: doğduğu gün, tahta geçtiği gün… Giza'daki üç piramit aralarinda bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdi; Büyük piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil ediyordu; Büyük Piramit'in tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde ediliyordu; Piramit dev bir güneş saatiydi. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösteriyordu. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşitti. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu hatasız olarak saptanabiliyordu ve daha bunlar gibi bir sürü anlaşılamaz ayrıntılar vardı.
Sayısız kitap, dergi, gazete ve filmde işlenen bu görüş çok ciddi sayıda alıcı buldu ve yüz milyonlarca dolarlık bir pazar oluşturdu. Önce kutsal anlatı yanlılarının, sonra da “Uzaycıların” yarattığı gizemci dedikoduların yalan ve yanlış olduğunun kanıtlanması ve “sır”ların çözülmesi için arkeoloji biliminin biraz daha çalışması gerekiyordu. Nihayet bu oldu. 1990’ların başında Mısırlı Arkeolog Dr. Zahi Havas’ın Chicago Üniversitesinden Dr. Mark Lehner’le birlikte Giza’da yapmaya başladığı kazılar, “olanaksız” sanılanın hiç de olanaksız olmadığını kanıtladı.
Öncelikle, piramidin yapımında kullanılan kireçtaşı blokları, öyle yüzlerce kilometre uzaktan getirilmemişti. Kireçtaşı madeni Giza platosunda, Piramitlerin yanıbaşındaydı. Uzaktan getirilenler sadece üç büyük yekpare granit bloktu. Bunlar Assuan’daki granit madeninden çıkarılmış ve Nil üzerinden gemilerle Giza’ya taşınarak Mezar Odası’nda kullanılmıştı. Madende ustalar tarafından kabaca yontulan kireçtaşı bloklar, silindirler üzerinde bir kilometre kadar çekilerek piramidin yanına ulaştırılır, piramit inşaatının çevresini dolaşan geniş rampalarda, yine silindirler üzerinde taşınır ve yerine yerleştirilirdi. Bulunan belgelerden anlaşılan odur ki, bu kireçtaşı blokları ağaç silindirler üzerinde sürüklemek için de binlerce kişiye değil, rampanın eğimine göre, sadece 100 ilâ 200 kişiye ihtiyaç vardı. Bu kişilerin yanında yöresinde de eli kırbaçlı askerler değil, rampanın kumtaşı zeminini ıslatarak daha kaygan olmasını sağlayan işçilerle, çalışanlara su taşıyan sakalar vardı. Bilim adamları yazılanları okumakla yetinmediler ve yeniden canlandırma yöntemiyle bu anlatılanların mümkün olup olmadığını denetlediler. Evet, oluyordu. 200 kişi 2,5 ton ağırlığındaki bir kireçtaşı blokunu, kumtaşı bir rampada, ağaç silindirler üzerinde gayet hızlı bir biçimde kaydırabiliyordu.
Giza platosunda yapılan kazılar sırasıyla 250 adet geniş mezarı, daha küçük mezarlardan oluşan çok geniş bir mezarlığı, ekmek fırınlarını ve sonunda binlerce evden oluşan bir kenti ortaya çıkardı. Geçici bir süre için inşa edilen ve sonra terk edilen bu kentte piramitleri yapan işçiler yaşamıştı ve bunlar köle ya da uzaylı değildi. Bunlar maaşlı işçilerdi, piramit inşaatında çalışıyorlar, aileleri ile birlikte bir lojman şehirde yaşıyorlardı. Hangi taşları nereden, nasıl getirdikleri ve ne şekilde, nereye koydukları belliydi. Belgelerde Kemet’in neresinden geldikleri, kim oldukları, aileleri, kaç yıl çalıştıkları ve aldıkları maaş yazılıydı. Adlarını boyalarla taşların üzerine yazarlardı. Bu yazılar bugün de okunabilmektedir.
Beşinci ve Altıncı Hanedan kralları da (M.Ö. 2465–2150) Giza ve Abu Şir’de birçok piramit yaptırmışlardı. On birinci ve On ikinci Hanedan krallarının (M.Ö. 2130–1756) piramitleri daha çok Dahşur, Havara ve el-Lahun’da bulunmuştur. Bu dönemden sonra, soylulara mezar olarak kullanılan piramitlerin yapımına son verildi. Kemetliler krallarını, 18. hanedan döneminde (M.Ö. 1540–1292) başkent olan Teb yakınlarındaki Krallar Vadisi’nde kayalara oyulmuş mezar odalarına gömmeye başladılar.
3. SFENKS
.jpg)
Bir aslan bedeni üzerinde bir insan başına sahip olan dev heykel Nil Nehri'nin batı kıyısındaki Giza platosunda, Kafre piramidinin önünde uzanmış olarak doğuya bakar ve pençelerinin arasında bir yazıt saklar.
İşte piramitler gibi hakkında birçok spekülasyon türetilmiş olan ünlü Sfenks budur. Sfenks (sphynx) adı Grekçedir. Araplar Ebu’l-Hol (Dehşetin Babası) derlerdi.
Yüzünün firavun Kafre'ye ait olduğu sanılan Sfenks’in yapılış tarihi Dördüncü Hanedanlık (M.Ö. 2723–2563) dönemidir. Ancak Egyptologların Arkeoloji biliminin yardımıyla buldukları bu tarihin dile getirilmesi sırasında yine “uzaycılar” girecektir devreye ve “hayır” diyeceklerdir, “bilim adamları ne derse desin, Sfenks 10.500 yıl önce yapıldı.”
Bilimin altında bityeniği aramayı ve bilim adamlarına asla inanmamayı ilke edinmiş olan bu çevreden John Anthony West ve “jeolog Dr.” Ünvanı taşıyan Robert Schoch, 1991 yılında Mısır Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan izin koparmayı başarıp Sfenks üzerinde bir dizi araştırma yaptılar. Araştırma sonucunda yayınladıkları raporda yazanlar şunlardı: “Heykelin üzerindeki aşınma izleri, arkeologların inandığı gibi rüzgâr ve kumdan değil, uzun ve etkili yağmurlardan ileri geliyordu ve düpedüz su aşınmasıydılar…” Daha sonra bilimsellikle ilgisi bulunmayan kanıtları sıralamaya başladılar: “Mısır'ın bu bölgesi, bundan 5000 yıl önce de çöldü ve yağmur düşmüyordu. Söz konusu aşınmayı yaratacak düzeyde bir yağmurun en son düştüğü dönem ise, en az M.Ö. 5000 yılına, hatta çok daha eskilere dayanıyordu, belki M.Ö. 7000'e…”
Bu olayı Eski Eserler Müfettişi Dr. Zahi Havas, West ve ekibinin iznini iptal etmesi ve Sfenks üzerinde araştırma yapılmasını yasaklaması izledi. Ama haber basına çoktan ulaşmış, West ve Schoch da elde ettikleri bulguları aynı anda filme aldıklarından, NBC’ de yayımlanan bir belgeselle ortalığı iyice karıştırmışlardı.
Tüm bunlara, uzaycı ekibinden iki şanlı şöhretli ismin, “Orion Gizemi”nin yazarı Robert Bauval ile “Tanrıların Parmak İzleri”nin yazarı Graham Hancock'un açıklamaları da tuz biber ekti. Bunlara kalırsa, Sfenks, tam doğuya bakıyordu, yani ekinoks (23 Mart ya da 21 Eylül) anındaki gün doğumu noktasına… Kemetlilerin yıldız kültürlerinde, güneş doğmak üzereyken, ufuk henüz tam aydınlanmamışken son olarak görülen yıldız ya da takımyıldızın ayrı bir önemi vardır. Bu durumdaki yıldıza “heliak yükselişte” denir ve Mısır’ın hem takvimini hem de dinini etkileyen çarpıcı bir olgudur. Sözgelimi, Kemet kültüründe Tanrıça İsis’i simgeleyen Sirius yıldızı, yaz gündönümünde (21 Haziran) şafak öncesi görünmeye baslar ve bu tarih ayni zamanda Nil'in yıllık taşma dönemlerinin de başlangıcıdır. Bu nedenle Kemetliler, yaz gündönümünü “yılbaşı” kabul ederlerdi. Bu yaklaşım, egyptologlarca Sfenks'in yapılmış olduğu tarih olarak varsayılan İ.Ö. 2500'de, ilkbahar ekinoksunda "heliak yükselişe" başlayan takımyıldızın incelenmesini ilginç hale getiriyor. Bauval ve Hancock, bilgisayar simülasyonuyla o tarihte Boğa takımyıldızının yükselişte olduğunu gördüler. Oysa Kemetliler şekil ve simgelere çok önem verirlerdi ve yaptıkları anıtlarda buna çok dikkat ederlerdi. Yani, bu durumda Sfenks'in aslan değil de boğa biçiminde yapılmış olması gerekmez miydi? İki araştırmacı, bu kez ilkbahar ekinoksunda aslan burcunun heliak yükselişe geçtiği tarihi araştırdılar ve karsılarına “Orion Gizemi”ndeki o garip yıl çıktı yine: M.Ö 10.500…
Kemet uygarlığının M.Ö. 31. yüzyılda başladığı yolundaki bulgular dikkate alındığında, Kemetlilerin bir “şifre” gibi bize bıraktıkları “anıt bilmecesi” acaba bilinenden en az 7000 yıl daha eskiye dayanan bir yitik uygarlığın izleri miydi?
Tez ortadadır ve bilinen o eski masaldır. Günümüz Mısır topraklarında Atlantis ve Mu gibi bir kayıp uygarlık vardı. Bugün Kemetlilere ait sandığımız birçok şeyi Kemetlilerden binlerce yıl önce onlar yaptı. Sonra nedendir bilinmez, ortadan yok olup gittiler. Daha doğrusu geldikleri yere geri döndüler: gezegenlerine… Bilim adamları da buna bir türlü inanmıyor. Mesele bu…
İşte piramitler gibi hakkında birçok spekülasyon türetilmiş olan ünlü Sfenks budur. Sfenks (sphynx) adı Grekçedir. Araplar Ebu’l-Hol (Dehşetin Babası) derlerdi.
Yüzünün firavun Kafre'ye ait olduğu sanılan Sfenks’in yapılış tarihi Dördüncü Hanedanlık (M.Ö. 2723–2563) dönemidir. Ancak Egyptologların Arkeoloji biliminin yardımıyla buldukları bu tarihin dile getirilmesi sırasında yine “uzaycılar” girecektir devreye ve “hayır” diyeceklerdir, “bilim adamları ne derse desin, Sfenks 10.500 yıl önce yapıldı.”
Bilimin altında bityeniği aramayı ve bilim adamlarına asla inanmamayı ilke edinmiş olan bu çevreden John Anthony West ve “jeolog Dr.” Ünvanı taşıyan Robert Schoch, 1991 yılında Mısır Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan izin koparmayı başarıp Sfenks üzerinde bir dizi araştırma yaptılar. Araştırma sonucunda yayınladıkları raporda yazanlar şunlardı: “Heykelin üzerindeki aşınma izleri, arkeologların inandığı gibi rüzgâr ve kumdan değil, uzun ve etkili yağmurlardan ileri geliyordu ve düpedüz su aşınmasıydılar…” Daha sonra bilimsellikle ilgisi bulunmayan kanıtları sıralamaya başladılar: “Mısır'ın bu bölgesi, bundan 5000 yıl önce de çöldü ve yağmur düşmüyordu. Söz konusu aşınmayı yaratacak düzeyde bir yağmurun en son düştüğü dönem ise, en az M.Ö. 5000 yılına, hatta çok daha eskilere dayanıyordu, belki M.Ö. 7000'e…”
Bu olayı Eski Eserler Müfettişi Dr. Zahi Havas, West ve ekibinin iznini iptal etmesi ve Sfenks üzerinde araştırma yapılmasını yasaklaması izledi. Ama haber basına çoktan ulaşmış, West ve Schoch da elde ettikleri bulguları aynı anda filme aldıklarından, NBC’ de yayımlanan bir belgeselle ortalığı iyice karıştırmışlardı.
Tüm bunlara, uzaycı ekibinden iki şanlı şöhretli ismin, “Orion Gizemi”nin yazarı Robert Bauval ile “Tanrıların Parmak İzleri”nin yazarı Graham Hancock'un açıklamaları da tuz biber ekti. Bunlara kalırsa, Sfenks, tam doğuya bakıyordu, yani ekinoks (23 Mart ya da 21 Eylül) anındaki gün doğumu noktasına… Kemetlilerin yıldız kültürlerinde, güneş doğmak üzereyken, ufuk henüz tam aydınlanmamışken son olarak görülen yıldız ya da takımyıldızın ayrı bir önemi vardır. Bu durumdaki yıldıza “heliak yükselişte” denir ve Mısır’ın hem takvimini hem de dinini etkileyen çarpıcı bir olgudur. Sözgelimi, Kemet kültüründe Tanrıça İsis’i simgeleyen Sirius yıldızı, yaz gündönümünde (21 Haziran) şafak öncesi görünmeye baslar ve bu tarih ayni zamanda Nil'in yıllık taşma dönemlerinin de başlangıcıdır. Bu nedenle Kemetliler, yaz gündönümünü “yılbaşı” kabul ederlerdi. Bu yaklaşım, egyptologlarca Sfenks'in yapılmış olduğu tarih olarak varsayılan İ.Ö. 2500'de, ilkbahar ekinoksunda "heliak yükselişe" başlayan takımyıldızın incelenmesini ilginç hale getiriyor. Bauval ve Hancock, bilgisayar simülasyonuyla o tarihte Boğa takımyıldızının yükselişte olduğunu gördüler. Oysa Kemetliler şekil ve simgelere çok önem verirlerdi ve yaptıkları anıtlarda buna çok dikkat ederlerdi. Yani, bu durumda Sfenks'in aslan değil de boğa biçiminde yapılmış olması gerekmez miydi? İki araştırmacı, bu kez ilkbahar ekinoksunda aslan burcunun heliak yükselişe geçtiği tarihi araştırdılar ve karsılarına “Orion Gizemi”ndeki o garip yıl çıktı yine: M.Ö 10.500…
Kemet uygarlığının M.Ö. 31. yüzyılda başladığı yolundaki bulgular dikkate alındığında, Kemetlilerin bir “şifre” gibi bize bıraktıkları “anıt bilmecesi” acaba bilinenden en az 7000 yıl daha eskiye dayanan bir yitik uygarlığın izleri miydi?
Tez ortadadır ve bilinen o eski masaldır. Günümüz Mısır topraklarında Atlantis ve Mu gibi bir kayıp uygarlık vardı. Bugün Kemetlilere ait sandığımız birçok şeyi Kemetlilerden binlerce yıl önce onlar yaptı. Sonra nedendir bilinmez, ortadan yok olup gittiler. Daha doğrusu geldikleri yere geri döndüler: gezegenlerine… Bilim adamları da buna bir türlü inanmıyor. Mesele bu…